-Ayyy, benim bir blogum vardı. Böyle arada yazardım falan... Ne zamandır da görmüyorum, nerededir ki? Dur bir bak'im şuna, duruyor mu yerinde. Hah, elimle koymuş gibi buldum vallahi.
Merhabalar sevgili okur (ahaha, havam batsın) (neyin havası bu diye sorarlar adama) (yok ya, şimdi sorup da beni üzmezler)
Aylardır yazmadım. Aylardır yazmayıp yazmayıp sonra aylardır yazmadığımı söyleme geleneğini devam ettiriyorum kendi çapımda.
Özetle, neyse ne işte. Girizgah bitti. :) (gülücük koyayım ki, sert bir ifade olmasın)
***
Bugün dolmuşta giderken şoförün yanındaki koltuğun üstündeki güneşliklerdeki fotoğraflara takıldım kaldım. Zira bir dolmuşta gidiyordum ve var olan hali hazırdaki iki fotoğraf da birbirinden farklı dolmuşlara aitti. Sanırım dolmuşlar düşündüğümüz gibi değiller, ya da benimki Stephen King roman kahramanı gibi organik bir dolmuştu. Fotoğraftakiler de karısı ve çocuklarıydı. Yengenin gideri vardı ama, çocuk adeta bir Joffrey Baratheon'du. İticilik desen bunda, çirkeflik desen bunda. Neydi o jantlar falan?! Gerçi dolmuşun şoförünü tanımadan sevdim. Kuş sesleri ile çalan bir telefonu ve rengarek pofuduk tavşanlı araba süsü vardı. Herhalde iyi huyludur dedim. Bir gün bir dolmuş şoförüne beslediğim bu iyi niyetle birlikte kendimi iyice dolmuşa ait hissedip elimle levyeyle kavgaya ineceğim diye korkmuyor değilim ama.
Levye demişken... Levyeyle de zerre alakası yok konunun ama. Geçen gün mavi halk otobüsünde iken (Melike ve toplu taşıma maceraları; araba tutmasa da kitap okuyabilsem kendime eğlence çıkarmak zorunda
kalmayacağım, ama yok azizim, ya midem bulanacak ya da başım.) Ayh! parantez içi uzun oldu, cümlenin başını unutuyordum az kalsın :/ İşte mavi otobüste iken az kalsın kaza yapıyorduk. (bakın aidiyete, biz yapıyorduk kazayı, otobüste seyahat eden birbirini tanımayan insanlar değil, adeta biz bir aile olmuştuk) Bir otomobil otobüs dönerken dümdüz üstüne doğru sürmeye devam etti, kıl payı durdu. Durdu, şoförle bağrıştılar, ancak bir dakika boyunca geri gidip hareket edip de bizim yola devam etmemize izin veremedi. Kaldı öyle. Tabii otobüsteki az sayıda insan kafasını çevirip bakıyor. Derken... En ön sırada, otomobilin olmadığı tarafta oturan genç bir adam ayağa kalkıp otomobilin olduğu cama geçti. Adam, hoş, spor giyimli, gerçekten dikkat çekici biriydi. Ben daha içimden "e canım, ne meraklı insanlarız blablabla" diyemeden camdan bağırdı. Hönkürdü. Ya da her neyse işte "Hareket etsene LAAAĞĞĞNNNN!" 10 üzerinden 8 olan karizma point 2,5'a düştü. Ancak düşüş öyle bir düşüş ki, 2,5'tan 3 yapasım gelmedi. Gülesim geldi ama. Hem de çok. Hatta kıhkıhkıh güldüm. Burada "Beyler böyle yapıp karizmanızı şaapmayın ama" demem gerekirdi ama, yok ya gülüyoruz valla. Biz derken kimi mi kast ediyorum? Ya bana böyle zor sorularla gelmeyin. Konuyu dağıtırım valla, ona göre.
***
Game of Thrones deyince aklıma gelen ilk şeyin Daenrys Targaryen olması aslında çok şaşırtıcı değil. Her bölümde "Yüce Rabbım ne güzellikler yaratıyor" düşüncesi ile izledim. Hatta diziyi değil hatunu izledim. Bunu yazma sebebim de yazıya çok güzel bir caps eklemek istemem. Güzelim hatunu da kullanmış gibi oldum ama... Hakkaten çokzel lan.
***
Geçenlerde Umut blogunda bir
ilan paylaştı. Bir nevi hayal kırıklığı ilanı diyelim. Dostluk, arkadaşlık temalı. Tabii Umut ile aynı dertten daha az canım yanarak da olsa mustaribim. Daha az canımın yanmasının sebebi, bahsi söz konusu olan kişinin kredisini daha erken tüketmesi, yaptığı hataları toparlamak üzere söz vermesi üzerine bizin ilişkimizin devam etmesi idi. E, olmuyorsa da olmuyordur deyip geçmek nispeten kolay işte o yüzden. Ancak, asıl gelmek istediğim nokta şu ki, arkadaşların ya da dostların (terminoloji tartışmak istemedim, öyle yazdım) verdiği üzüntüler aşk acısından daha büyük yaralar açıyor. Benim canımı en çok yakan insanlar ve canım yandığı için canını en çok yakmak istediklerim hep en yakın arkadaşım dediğim kişiler olmuştur. İşin kötü kısmı canını en çok yakmak isteyip de hiç yakmadıklarım (istisnaları açmayalım şimdi:)) da bu insanlar oldu. Sevgili üzünce sindirmek kolay da, arkadaşlıkta dile dökülmemiş vaat çok; sindirmek zorlaşıyor. Bir insanı 35 yıl sonra da hayatında görmek istiyorsun ve o insan senin bugünde dahi olması gereken yerde olamıyor, işte bu acı. (Aynısını sevgili için de şayyapmıyor değiliz gerçi). Aslında sevgili vs arkadaş gibi bir versus yok tabii, olması da gereksiz ama düşündükçe böyle cümleler kuruyorum içimden.
Üff, uzattım yine. (Tam buradan muhatabın kendisine seslenecektim ki vazgeçtim.)
***
Löy löy löy, sevgiler.