Pages

23 Kasım 2010 Salı

Mim Diye Bişi Varmış

Mim diye bir güç varmış, kendi sularında yüzen bir kimse olduğum için blog kültürüne pek hakim değilim. Daha evvel denk geldiğimde kurcalamadım tabii, tam olarak ne bu mim ve nasıl çalışır bilmiyorum.
Neyse, sevgili azizem Holywitch dürttü beni, mimlemiş. Ben de böyle bunları cevaplayıp birilerini mimleyecekmişim. Hasta olmuşum da, hapşırıp herkeslere bulaştıracakmışım gibi, ama bunun keyiflisinden gibi :)

1-En sevdiğiniz kelime : Mütemadiyen ile tüf arasında kaldım. Halk oyları belirlesin.
2-Nefret ettiğiniz kelime : Yavşamak
3-Ne sizi heyecanlandırır? : Pek çok şey. Kalbim pıt pıt atmak için yaratılmış adeta :)
4-Heyecanınızı ne öldürür? :Ufacık bir kötü bir vukuat yeter bile.
5-En sevdiğiniz ses : Sonbaharda kuru yaprakların üzerine basarken çıtırtı jfdsfj Çok eğleniyorum ya.
6-Nefret ettiğiniz ses : Tebeşirin tahtaya böyle çiziktirilme sesi var ya! Ayh! fklsşldk
7-Hangi mesleği yapmak istemezsiniz? : Öğretmenlik. Nedense bilhassa istemediğim iki meslekten öteki de hekimlik idi. Ta ki nörofizyolojiyi tanıyana kadar.
8-Hangi doğal yeteneğe sahip olmayı isterdiniz? : Zamanı durdurabilmek doğal bir yetenek mi? Imm, müziğe ilişkin şöyle azıcık bir yeteneğim olsaydı... Ne bileyim, ortamda böyle bi sessizlik olunca "Hadi Melike bir şarkı söyle de dinleyelim"i duyabilecek kadar şarkı söyleyebilseydim bari :)
9-Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz? : Adria... yok be kfldjsfj Biri olmak isteyemedim. Düşünürken istediklerim de hep erkek olunca korktum kendimden fksjdf
10-Nerede yaşamak isterdiniz? : Ankara. Kırgın gibiyim ama yine de Ankara.
11-En önemli kusurunuz : Hırsım. Fazlası kusur oluyor pek tabii.
12-Size en fazla keyif veren kötü huyunuz : Çikolata ve tatlı bağımlılığım :(
13-Kahramanınız kim? : Spider man!
14-En çok kullandığınız kötü kelime : Öküz
15-Şu anki ruh haliniz : Gerginim ama dışarıdan hiç belli olmuyor. Yarın sunumum var. Gergin olmam için yeterli sebebim de var:)
16-Hayat felsefenizi hangi slogan özetler : "Yaşamak direnmektir."
17-Mutluluk rüyanız : Hareket alanımın olduğu, nispeten özgür olduğum, ailemin de sırıttığı sağlıklı, huzurlu bir tablo.
18-Sizce mutsuzluğun tanımı : Eksiklikle pişmanlık arası, umutsuzluğun taban olduğu hisler bütünüdür mutsuzluk. Sabah erken kalkıp doğan güneşi fark etmeyip (Bunu burada yarım bırakmışım klşjdaskdj DEHB'li bir yetişkin olmam olası)
19-Nasıl ölmek isterdiniz? : Huzur içinde.
20-Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah'ın size ne söylemesini istersiniz? : "İnandınız ve kazandınız!" Tamam, tamam. kızmayın :)

Şimdi aynı soruları cevaplaması için benim de birilerini mimlemem gerekiyor, e yapayım bari :))
özcan (Mimledim diye haber vermeden görebilecekler olsun istedim, ondan hep :))
mim-i edit: umuthvr :)


15 Kasım 2010 Pazartesi

Mantığın Metafiziği!

Teyzem mantık evliliği yaptığını söylüyormuş. Tamam, insandır, mantık evliliği yapabilir. Bana ters olsa da kişilerin tercihlerine karışacak değilim ancak bu durum beni yıktı. Teyzemden hiç beklenmezdim. Teyzemden hiç beklemezdim çünkü;
-Hemen öncesinde toplumun mantık evliliği kabilinden olan kişilerle evlenmeyi kabul etmemiş (Pilot -ne afili değil mi söylemesi?klfhdsh- hakim vs)
-Evlendiklerinde eniştem işsizdi ve işten ayrılmadan önce de geçinmekte zorluk çekiyordu
-Eniştem teyzemden 10 yaş kadar büyük
-Eniştemin daha önce de evlenmiş ve ayrılmış
-Eniştemin ilk evliliğinden yetişkin iki kızı var
-Eniştemin ciddi anlamda alkol bağımlılığı var (Tanı kriteri alkolik olduğunu göstereceği dönemleri de vardı)
-Eniştem ortalama bir tip
-Ve kel...


Ya mantık evliliği değil de, aşk evliliği yapsaydı? Mantıklı hali buysa teyzemin hayran olduğum zekası hakkında hayal kırıklığına uğrarım :( Aslında eniştem dünya iyisi bir insandır da, ki çok severim kendisini. Buradan teyzeme sesleniyorum (işallah okuMAz kkfhdsfkj) Teyze sevip de evlendim işte diyemeyecek ne var? Hı? Tüm aileni karşına almadın mı seviyorum diye? Şimdi böyle hemen bi mantık lafları, bi kuul takılmalar falan?


Sahiden mantık evliliği olduğunu düşünmek bile istemiyorum :( Zeki kadındır benim teyzem, mantıklı eylemi bu kadar mantık dışı olmamalı! Sevdiği adamla burnunun dikine gidip evlenmiş olan teyzeme daha çok hayran olurum ben, o kadar.



Not: Görseller çok klişe biliyorum. Ancak daha uygununu bulamazdım.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Kasım 10

İlkokul 4'e falan gidiyorum, Bozkurt diye bir kitabı aldırmışım bizimkilere. Nihayetinde memur çocuğuyum, o zamandan bilirim aileyi ekonomik olarak incitmemeyi. Seyyar satıcıda gördüm, istedim. Atatürk sevgisiyle büyütülmüşüm. Kitap vaktinde yasaklanmış sonra serbest bırakılmış epey bir tartışmalı kitapmış. Sonraları öğreniyorum bunu. Okurken yarım bırakıyorum çünkü yıkılıyorum. "Anneaa Atatürk alkolikmiş!" çok hayalkırıklığına uğruyorum. "Niye bana söylemediniz?" Kandırılmış hissediyorum. Annem "evet severmiş alkol kullanmayı" diyor. Sonra bakıyorum, dedem de oturuyor bir güzel rakı sofrası kuruyor, eee? Atatürk'ü kendimce bağışlıyorum. Çocuk bakışımla alkol kullanmasına rağmen sevmeye devam ediyorum.

Yine ilkokul öğrencisiyken, tesadüfen bir 10 kasım'da 09:05'te annem ve babamla Kızılay'dayım. Bir yere koşturuyoruz, hatırlamıyorum. Siren sesi başlıyor ve herkes, ama herkes saygı duruşuna geçiyor. Etrafa şaşkınlıkla bakıyorum. Soruyorum yine, sebebini öğrenince vay be diyorum. Hafızama, durduğum sokağın ve insanların görüntüsünü bile atıyorum.

Lisede Kürt milliyetçisi bir tarih öğretmenim var. Adam beni çok seviyor. Kendimizce her şeyi konuşabiliyoruz çünkü. Atatürk'ten ölesiye nefret eden bir tarih öğretmeni. Rıza Nur'un anılarından bahsediyor. Kitap bulunamıyor tabii ki. Konuşuyoruz üzerine çok. Dersim'den falan da bahsetmiyor. Atatürk'ün "oğlancı" oluşunu öne sürüyor. E ona da bozuluyorum tabii, sonra "lan şimdi aa tercih meselesi derken Atatürk için niye kötü bir şey olsun ki?" diyorum, yine kendimce "hoşgörüyorum". Hoş görmek had meselesi değildir çünkü.

Dershanedeki tarih öğretmenim Atatürkçülüğün Atatürk'ün tüm eylemleri ile aynı fikirde olmak olmadığını söylüyor. Atatürk'ün ilkelerine tamamen katılmadığını ancak kendini Atatürkçü gördüğünü, eleştirdiğini söylüyor. Benim için yeni bir şey tabii, kurcalıyorum yine. Özel kurum ya, sohbeti genel ortamlarda bitiriyor. Özel ortamda bana ödev kalıyor; nasıl Atatürkçü biri Atatürk İlkeleriyle hemfikir olmaz?

Okuyorum. İlahlaştırmaya gerek olmayan çok iyi ve kötü sonuçları olan eylemleri olan bir "insan" Atatürk diyorum. Hem zaten bir putu değil bir insanı sevmek ve anlamak kolay değil mi? İnsan olduğunu unutmadan kendi mahkemelerimde yargılıyorum. artık patlamaya yüz tutmuş bir kazanda birileri isyan edecekti illa ki, Atatürk olmasaydı da bir devrim olacaktı, biliyorum. Ama atatürk oldu. Atatürk olmasaydı nasıl olurdu bu devrim, bilmenin mümkün olmadığını da biliyorum. Tarih olanı bile olduğunca sunamazken olmayanı nasıl olabildiğince sunacak?

Her yıl 10 kasım törenlerinde gözlerim doluyor okul hayatım boyunca. Lisanstayken Direksiyon Binası'na gidiyorum Gar'daki. Atatürk'ün naaşının taşındığı vagon da var yanında. Ürperiyorum. Aradan geçen zaman çok şey değiştirmiş ama... Atatürk mükemmel değilmiş mesela, onu öğrenmişim. E ben Atatürk'ü seviyorum, bazen hayret ediyorum, bazen üzülüyorum okudukça ama neticede büyük resme bakınca seviyorum.

İnsan neticede, sevilmeyecek de. Sevmeyenin niye sevmediğini merak ettiğim kadar sevenin de niye sevdiğini merak ediyorum. Atatürk tartışmasının sonu yok. İnsanları ve ilgili tartışmaları sonlandırıp konunun üzerine "iyi" ya da "kötü" yazan bir etiket yapıştırmıyoruz ki. Üslup, her konuda olduğu gibi sadece üslup meselesi bu.

Bir şeyin radikali olamıyorum. İyisi ve kötüsünü değerlenderince reddedemiyorum yanlışları. Körleşmemem iyi ama orta yolun yolcusu gibi kalmıyor değilim. Ancak aklıma %100 yatmayanın ateşli savunucusu olamam. Ad hominemle dünyayı kurtaramam.

En azından şunu biliyorum, ben çocuğumu mecbur kılmayacağım benim gibi düşümeye. Öğrensin, o zaten kendini bir yere koyacaktır bildiğince, fikrince.

Not: Sözlükte iletidir de.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Yök başlık falan size

Sene 2002. Valla.
O zamanlar lise 2'ye gidiyorum ben. İyi takip ediyorum ligi. Radyodan dinliyoruz kardeşimle maçı. Günler önceden iddialaşmaya başlamışız. Benim doğum günüm 4 kasım, onun doğum günü 8 kasım. "Olm" diyorum, "ikimizden birine hediye olacak maçın sonucu. tabii ki o ben olacağım." Restleşiyor hain.
Annem ile ben Galatasaraylıyız, babamla kardeşim fenerbahçeli. Hayatımdaki önemli insanların çoğunun fenerbahçeli ya da beşiktaşlı olması sorunu -o zamanlar öyle sorunlarım vardı tabii- hakim ama. En yakın arkadaşım fenerbahçeli. İkimiz de fanatiğiz. (Öyle idik desem de olur aslında) Arada kavga ediyor küsüyoruz birbirimize sırf bu Galatasaray fenerbahçe muhabbetinden ötürü. "Vay efendim sen o futbolcuya nasıl salak dersin?" "Niye saygı duymuyorsun yeaa! iyi ki bi hede höde..."

Maçı dinliyoruz. kardeşimin keyfi maçı dinledikçe yerinde. Odamdayız. Salonda annemlerin yanına gitmekten bitâp düştü çocuk. Telefonumu kapatmıştım. "Ühüüüü" "Atın... atın 10'a tamamlayın bea" diyen sapıtık insan olmuştum. Mavi ekran vermekse bu işte tam olarak oydu. Maç bitene dek mesele yine yoktu aslında. Dank etmiyordu ki. İçten içe kabullenemiyordum. Uyanacaktım o kabustan!

Zaten maç süresince kardeşimi kovmuştum. Kovmuştum da eşşek çocuk, kaypak sıpa gitmek bilmiyordu.

Maç bitti. Gözlerim dolu dolu. Babamla kardeşimin poposu tavanla teğet geçiyordu. Annem hazır benle uğraşılıyorken sessiz kalıp dalga oklarının kendisine yönelmesinden korkuyordu.

Ve... Ev telefonu çaldı. En yakın arkadaşım arıyordu. "Konuşmam" dedim. Babam "konuşacaksın" dedi. 32 dişi olsaydı 32'sini da gösteriyor olacaktı ama neyse ki vaktinde çürüyen 2-3 dişi sayesinde 20 küsur dişle sırıtıyordu. Hayır dedim. Ne biçim babaydı, kızının gözleri dolmuş zerre umursamıyordu! Neyse ki bu umursamayışı ne ilkti ne sondu. Kardeşimle birlikte sürüklediler. verdiler ahizeyi elime. Arkadaşım dalgasını geçti. Telefonumun kapalı olduğunu hiç fark etmemiş gibi davranmayı düşünemedim.

Uzun vadeli etkisi pişmanlık oldu ama.

Zaman geçmişti. (Gözünüzün önünden hızla akan takvim sayfaları geçmeli burada) 11 mayıs 2005 Galatasaray fenerbahçe maçı oynanacaktı. Bilen bilir, hatırlayan da hatırlar tabii.
Kaderin oynamaya alışkın olduğu bir oyunu olarak eski hatta epeski sevgili yine fenerbahçeliydi. hem de şımarık fenerbahçeli. Tutturdu maç öncesi iddiaya girelim deyü. Hem gözdağı verdi 6 kasım tarihi mağlubiyetiyle, hem de hadi iddiaya girelim yenilen takımını değiştirsin dedi. "Olmaz. olamaz" dedim. "Demek ki sen kendini takımını değiştirme ihtimalini göze alabilecek biri gibi görüyorsun" da dedim. "Bir de fanatikmiş peeeeh" de dedim. Attığı oltaya gelmedim sevinciyle hayatıma kaldığım yerden devam ettim.



Maç günü geldi çattı. üüüf. Buraları betimleyemem, o kısımları hatırlayamıyorum :/ İşte yendik, ezdik falan :| Sonra ben, "Bak" dedim, "Bak da utan, iddiaya girseydik nasıl Galatasaraylı olacaktın? Senin fenerbahçeliliğin bu kadarmış!". Adam spor muhabiri oldu sonradan. O bugünün konusu değil tabii kjdsfjkd İçimden o 6 kasım travmasına az söylenmedim ama. O gün olmasaydı, fenerbahçe saflarından bir kişi eksilecekti. Gerçi bence etkisiz elaman olacaktı eksilen ama olsun :/ O riski alacaktım ben!

Haa, 6 kasım mı? YÖK'ün kuruluş yıl dönümü değil mi?

5 Kasım 2010 Cuma

Gözlerin


http://fizy.com/#s/1lwyis

bilen bilir, seven dinler.