Pages

23 Aralık 2012 Pazar

Ne Anneyim Ne Oğul


feysbuk'ta böyle bir şey gördüm de, böyle bir geyiğin gerçekteki yansımaları üşüştü aklıma.


8. sınıfa gidiyorum, bir tane çocuğu beğeniyorum (çocuk dediğimiz zamanlar hep) adı caner. yeşil gözlü. düşündüğümde hatırladığım başka da bir numarası yok. zaten ben o zaman da bir yeşil gözlerini, bir sakinliğini, bir de berbat esprilerini beğeniyorum. görünce bir heyecanlar ki sormayın, hele hasbelkader bir diyaloğumuz olursa yüzüm kıpkırmızı, kısacık cevaplar ve susup önüne dönmeler... serviste hep oturduğu yerin hemen bir sıra önüne oturuyorum, oturuyorum ama asla konuşmuyorum. ahah, sapığı gibiymişim çocuğun. en yakın arkadaşımla aynı sınıfta, o hafiften çıtlatıyor, "ehe, ben anlamıştım ki" diyor caner de. ben de nasıl anladı ki diye hayretler içerisindeyim. safım benim, her türlü davranışınla belli edip anlamasına şaşırıyorum. vakit oldukça parka gidiyoruz arkadaşla, canerlerin evleri lojmanda hemen parkın yanında, birinci katta oturuyorlar. direkt görüş mesafemde... balkona çıkarsa dünyalar benim. bir başka yakın arkadaşım da karşı komşusu, her türlü istihbaratım sağlam. ahah, biraz daha güvensem kendime, halıya sarıp kaçırırmışım çocuğu :)

yine günlerden caner muhabbeti yapıp arkadaşımın başını şişirdiğim bir gün... aklıma über romantik bir fikir geliyor... etraf çayır çimen, tam apartmanlarının yanından geçen bir yol var. balkonları o yola bakıyor... bir sürü çim koparıyorum, dolayıp sıkıştırıp bir nevi kalem haline getiriyorum. sıkı olması önemli çünkü... aradaki yola caner'in ismini yazacağım. o da görecek, sevinecek, acaba kim diyecek, belki... neyse umutlar umutlar işte. gidiyorum, arkadaşımla büyük bir heyecan içerisinde kimseye çaktırmadan yazıyoruz. ben yerde ismi tamamlamaya çalışırken arkadaş etrafı kolaçan ediyor. görevimiz tehlike modunda, yazıyı tamamlıyoruz ve olay mahallini terk ediyoruz. parkta, ilgili yeri ve yazıyı görebilecek ama seçilmeyecek bir noktada gondol salıncakta karşılıklı oturup muhabbet ediyormuş gibi yapmaya başlıyoruz. derken beklenen oluyor, balkon kapısı aralanmaya başlıyor ve... caner'in annesi balkonda artık. yazıyı görüyor... durakladığı bir an. içeri dönüp sesleniyor. sonra caner'in gelişi ve bendeki 100 metre menzilli diyalog okuma, tahmin etme ve hatta gerektiği yerde uydurma başladı. her şeyi alt yazılı görmüş olabilirim. o yüzden bundan sonrasının zaman kipi de geçmiş zaman olacak. hatıralarımda ağır çekim kısımlar çünkü.

valla bana kalırsa annesi "caner bu ne diye?" sormuştu, caner de benim ilgimin son derece farkında olarak bir kız var ya benden hoşlanıyor falan dedi. caner'in beden dili utanarak söylediğini söylüyordu. hoş gerçi, ben ne yapsa utandığını düşünecektim çünkü yerin dibinden kendime yer beğeniyordum. annesi elini kaldırdı, caner'in yanağını okşadı, durdu o eli o yanakta öylece. annesinin o kadar mesafeden bile hissettirdiği şey "işte benim oğlum" gururuydu. duruşu, hareketi, hatta büyük ihtimalle yüzünün ifadesi bile değişikti. bir dizinin bitişindeki o donan son kare gibidir o görüntü benim için.

sonraki bölümleri hatırlamam ama anne oğul ilişkisinde `gurur` hep ön planda olan duygulardan biriymiş gibi gelmiştir bana. oğulların da en annelerinden en çok beklediği o duygu gurur sanki biraz. oğullarının boyundan posundan bile gururla bahseder ya anneler. baba oğul ilişkisinden farkı babanın eksikliklerle betimledikleri oğulların annelerin ne kadar pozitif ve sıradan yönleri varsa da hepsinin hakkını ve hakkından fazlasını vermeleri...

15 Aralık 2012 Cumartesi

Yayın Başlığı Yok

Zor koşullara rağmen birbirinin peşinden giden insanları anlattılar. Sevgilisi ile yaşamını sürdürmek için iş bulmak için çabalayanları, sınavlara çalışma motivasyonlarının sevgililerinin bir hayat kurmuş olması olanları... Sadece anlatılmadı tabii, gördüğüm örnekler de oldu çok. Bazen kendimi uğraşmaya değmeyen biriymiş gibi de hissettim. Bazen koşulları kabullendim geçtim. Muhatabımla konuşamadım içimdekileri. Konular değişti, büyüten ben oldum falan filan...

2 yıl az zaman değil. 25 çok küçük bir yaş değil. Genciz, önümüzde çok gün var, belki. İnsanın ihtiyaçları değişiyor, beklentileri değişiyor. Benim de değişti. Yanımda olsun istedim. Zaten zor olan yaşam koşullarında bir zorluğun daha 5-6 yıl sürmesini istemedim. Kaldıramayacak noktaya gelene kadardı zaten benim için zamanın sınırı. Geldim. Söyledim. Hiçbir şey değişmedi. Değişemezdi de. Planla olur bazı şeyler. Yine de insan belli bir yaşta birinden daha fazla gerçekçi ve mantıklı eylem bekliyor.

Hep böyle oldu. Genelde sakin biriyim. Genelde çok şey talep etmem. Uyumlu davranırım. (aksini de iddia eden olur aslında) Oturacağımız bir yere karar verirken bile "şuraya gidelim" demem kabul edilmedi. Benim minik önerilerim "yok yea geçelim x'e oturalım" cümleleriyle karşılandı. Bu önemsiz olayların bana hissettirdiğiyse ne yanımda olması isteğimden bir yerde oturma isteğime kadar her şey ertelenebilir noktada durduğuydu. Çok az insan beni ertelemez zaten. "Sorun değil" derim. Sorun etmem. Etmek de gerekiyor. Ettiğimde cevap almak da istiyorum. Sorun ettim. Alamadım yine :) İnsanlar nasıl bir insanın sevgisine güvenip koşulsuz hırpalanmasını istiyorlar? Acı çekiyorum diyorum, seviyorsan çekeceksin karşılığına gelen sözler duyuyorum. Çekmiyorum, çekmeyeceğim yahu. 25 yılım bekleyerek geçmişken, hiçbir hareket gelmezken, ben ses çıkarmadan umursandığımı hissetmezken çekmeyeceğim acı. İnsanlar için uğraştım, hala uğraşıyorum. Hayatımı bir şeylere adama fikrini de hiç romantik bulmuyorum. Olmuyorsa, acıdan başka gelen mutluluk minicikse ne gerek var kendini böyle hırpalamaya? Evet karşı taraftan bekliyorum asıl eylemi ve bu hiç adil değil gibi gözüküyor ama benim güvendiğim vaatler de bunu gerektiriyor. Gerektiriyor-du.

Bitti. Biraz da zaman geçti. Özlemek ayrı şey, bir arada olmak ayrı. Duygular apayrı. Daha iyiysem şimdi, doğru yoldayım demektir. Beni düşünen kimse yok diye şikayetçi olmak yerine kendimi düşünüyorum. Eylemlerimin arkasındayım. Güzel günleri, özel şeyleri unutmuyorum. İyisiyle kötüsüyle bir defter kapanmış olabilir. Kahramanı özel biri olabilir ama ben iyi değilsem hiçbir defter açık kalamaz zaten.

Ayrılık sonrası da garip. Öğretici. Karşındaki insanlar yeterince büyümemişse çocukmuşsunuz gibi "aramızda kalsın" demen gerekiyor. "Aramızda kalsın" demeden yürüttüğüm arkadaşlık ve dostluklar için sevindim, davranışa öfkelendim. Bu da kalır defterin bir yerinde.

***

Yavaş yavaş deliriyordum, kimse fark etmedi. Keşke o fark etseydi. Etmedi.

Doğru soruları sordular. Cevap veremedim. Karar verdim. Pişman değilim.