Pages

20 Aralık 2011 Salı

Eksik Çok Şey

Hiçbir mesaili çalışan, terlikleriyle gidemez; sonunda aşkı bulmuş gibi.

http://fizy.com/#s/1ainq9

17 Aralık 2011 Cumartesi

Geri Adım Marş!

Parmaklıkların önündeyim. İki elimle birer tane parmaklığı tutuyorum. Dışarıda olan biten o kadar cazip ki. Benim olmadığım yer, en güzeliymiş gibi. En güzel olaylar, olmadığım yerde yaşanıyormuş gibi. Ellerimle sıktığım demirin soğuk kokusu, olduğum yeri, olamadığım yeri, olmak istediğim yeri sinyallerle burnumdan beynime iletiyor. Beyin bu ya, boş durmuyor. Kalbimde bir boşluk atıyor. Yaşadığım her an, yaşamadığım anların kokusunu getiriyor. İnsan bu, canı istiyor.

Zaman geçiyor.
Çok zaman geçiyor.

Zaman geçtikçe hisler yenileniyor. Hisler yineleniyor.

Elimde sıkı sıkı tuttuğum parmaklıklar, ötede insanlar. Rüzgarlar ve rüzgarlar.

Bakıyorum. Arkamı dönüp gidiyorum. Parmaklıkların, gittiğim yerde sonlanmadığını görüyorum. Yürüyorum izlediğim hücreden sonsuza, meğerse parmaklığın başka tarafındaymışım, gülümsüyorum. Çaresizliği öğrenmişim işte, öğrenilmiş çaresizliğimle geçmişime bakıyorum.

Yine bilmiyorum. Yine de bilmiyorum.

23 Kasım 2011 Çarşamba

♪♪♪♪♪♪♪

Müzikten zerre anlamıyorum. Ritm bile tutamıyorum. Hiç iyi bir dinleyici olamadım, müzik yapan kişi olmaya yeltenmedim bile. Yeltenip de "Paramızla rezil olduk ayol" diyen insan olmaya da niyetim yok.

Yine de itiraf etmeliyim ki, bana göre müzik yapan insan dünyanın en şanslı insanlarıdır. Hayatımda böyle imrendiğim çok az şey var. Müzik yapan insanların halleri bile insanın içinde bir şeyler değiştiriyorsa bir de olaya dahil olsak -ne olsak diyorsam, olsam olmalı o- neler olur kim bilir?

Hadi bu yazının altına bu gelsin: http://fizy.com/#s/1dpxo2

20 Kasım 2011 Pazar

Ben Çiziyom Ya!

Bunu ilk dersten önce, sıfır eğitimle, kendi kendime çizdiğimden beri elime kalemi almam bir yılı bulduktan sonra  alışımla çizdim. Bir nevi otoportre. Gerçi biraz alnı geniş, biraz da gözleri ayrık. Bir de bana benzemiyor. Bu benden güzel bi' kere.

Bu da ilk derste çizdiğim bir modelin portesi. Böyle böyle derslerle birlikte, neydim ne oldum göreceğiz hep beraber.

Ressam yokluğunda giderim var ama değil mi? Ben kendimi fena bulmuyorum bu teknik bilgisizliğiyle bile.

17 Kasım 2011 Perşembe

Kahve Falı

-Sen birini unutamamışsın Melike.
+Aaa, sahiden mi? Kimi?
(gülüşmeler gülüşmeler gücenmişler)

6 Kasım 2011 Pazar

En Kolay İhmal Edilen

... en az talep edendir.

Değilim

-Doğum günlerimden nefret etmiyor değilim.

-Sahip olmadığım şeyleri istemiyor değilim.

-Karar verebiliyor değilim.

-Her şeyi bir anlığına unutmuyor değilim.

-Acı çekmiyor değilim.

-Mutlu olmak istemiyor değilim.

-Demin bir cümle kurdum, paylaşmak istemiyor değilim. "Bir kadın olarak, beni sevdiği için değil de, diğer alternatif(ler)in kötü olması sebebiyle benle olmamaktan pişman olması daha çok üzerdi beni." dedim. Başkalarının hikayelerine kendimi koymakta başarılı, onların yerine hissettiklerimi anlatmakta başarılı değilim.

-İki seçenekten birini tercih etmenin, ötekini tercih etmemek anlamına gelmesinden hiç memnun değilim.

1 Kasım 2011 Salı

Boşanmış Aile Çocuğu

Babamla buluştuk. Alışveriş yaptık, gezdik, yemek yedik. Tabii ki en önemlisi muhabbet ettik. Bana "Game of Thrones" izlememi tavsiye etti. Ben ona Gregory damadını anlattım. Baba ya, hayali damadını da kıskandı.
Travian oynamayı da denemiş. Kardeşimle bir dönem deli gibi oynadığımız için durumdan çok hoşlandık tabii.

Babamla ilişkim bir tuhaftır muhakkak.Her şey yolunda gibiydi buluştuğumuz gün. Hem de fazlasıyla. Öncesinde de boş yere gerilmişim dedim de gevşedim.

Yine de sorulsa, aklında en çok kalan nedir o akşamdan diye... Annemle babamın kredi kartı şifrelerinin hâlâ aynı olması derim.

28 Ekim 2011 Cuma

Umut'la

Dedim ki "Kitapçıda alamadığım kitapları görünce üzülüyorum. Sonra istediklerimi alacak param olsa dahi, bütün istediklerimi okuyabilecek vaktimin hiç olmayacağını düşünüp rahatlıyorum. Sonra da ben ölünce çıkacak güzel kitapları bilemeyeceğim, okuyamayacağım için bir kere daha üzülüyorum". Dedi ki "Ben de. Benden sonra çıkacak dizi ve filmlerde için de".

Hiç ölesimiz yok. Çok genciz. Çok hevesliyiz.

20 Ekim 2011 Perşembe

9999 in 1


Küçükken hepimiz Super Mario oynardık. Kardeşimle ben, şu tepede dolanıp bişiler atan bulutlara "Bulut Ana" derdik. Öyle de saftık. Bulut hatun bizi öldürmeye çalışsın, biz tutup sevgiyle ana diyelim...


Caps kaynağı: http://www.flickr.com/photos/benbrown/62887741/

4 Ekim 2011 Salı

Timeo Hominem Unius Libri*






Bilenler bilir, bu başlıktaki cümle Beytepe'de, girişte bir heykelin üzerinde yazar. Çok da severim. Çok da seveni vardır. Sadece sevip sevmediğimiz ayrı bir konu ama kayda değmez. Kayda değmez ama, daha da değmezini anlatacağım. Hatta anlatmayacağım, kopyala yapıştır yapacağım. 


"Aslında bu laf m.ö. 765 gibi sivrisnek Mosquitonas tarafından söylenmiştir. Elinde taş tabletten bir kitapla üzerine üzerine gelen her insan bu kitabı üzerine doğru savurduğu ve elinde birden fazla kitap olanlarınınsa sivrisinekle değil ilim irfanla ilgilendiğini gözlemlediği için bu sözü söylemiş. Bir sonbahar günüymüş. Zaten sözü söyledikten sonra bir kaç saat geçmiş ve  genç bir adam tarafından elindeki tabletle öldürülmüş. Seni unutmayacağız Mosquitonas."




*Tek kitaplı insandan korkarım

26 Eylül 2011 Pazartesi

Damdaki Öküz

Müzik kulağım hiçbir zaman iyi olmadı. Hiçbir zaman müzik konusunda ahkam kesebilen birisi de olmadım. Dinlemeyi sevsem de, müziksiz yaşayamayıp bunu sürekli anlatan hatta bir fetiş nesnesi -dokunmasız fetiş nesnesi- haline getirenlerden olmadım. Hatta oldum olası entelektüel faaliyetleri fetiş haline getiren, sürekli bunlara olan ilgilerini vurgulayan, bunlardan anlamayanları küçümseyen, kendi sevdikleri türler haricindekileri sevenleri avam görenlerden de ölesiye tiksindim. Gerçekten korkunç bir şey!

Geçen gün Güven Şefika Kutluer Festivali'ne çağırdı. Ben de hiç klasik müzik dinletisine de gitmediğim için, deneyimlemek istedim. Şefika Kutluer dünyaca ünlü bir flüt virtüözüymüş. Ben bilmiyordum açıkçası. Belki ben gibi bilmeyenler Ekşi'de neler demişler bilmek isterler diye link koyayım en iyisi. :) Ekşi'de Şefika Kutluer 

Konserler Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nde yapılıyor. Çok güzel bir salonda. Büyük Tiyatro gibi muhteşem bir iç dekoru var. Akustiği de çok güzel ki, konser esnasında fısıldaşanların sesi ister istemez her yerden duyuluyordu :) Böyle şeyler görünce keşke mimariden anlasaydım diyorum, neyse ki sonra hevesim geçiyor. :)

Şayet klasik müzik seviyorsanız programa bakmanızda fayda var. Gerçi ben bunu demesem de bakar ki seven insan :/ Tamam, sevmiyorum ama sevebilirim, dinlemek isteyebilirim aslında diyenler baksın. :/ Yani, bakmalarında fayda var demek istedim.

E, dinlemişken 24'ündeki konserden beğendiğim bir esere de burada yer vereyim. Damdaki Öküz Türkçe ismiyle bilinen, Le Boeuf Sur Le Toit orijinal isimli Darius Milhaud'a ait senfoni. Darius Milhaud, memurmuş aynı zamanda. Charlie Chaplin hayranıymış ve bu bestesini de sessiz filmlerinden birinde kullanılması umuduyla yapmış ya da yaptıktan sonra ummuş. Bilemedi aklım şimdi. Kullanılmayınca da bu besteye "Sinema Fantezisi" ismini eklemiş. Buyrunuz:

22 Eylül 2011 Perşembe

Haberim Yok

En acımasız astrolog bile, en sevmediği kimsenin burç yorumunda bunu yazmaz:
İş : *
Aşk: *
Eğitim: *
Sağlık:**
Aile:*

--
***: şahane
**: eh işte 
*: ölmüşsün haberin yok

7 Eylül 2011 Çarşamba

Güz Temizliği

Blogun tasarımını yine değiştirdim. Sanırım girdiğim postlardan daha fazla kez tasarımını değiştirdim. Yok ya, abarttığımı ben bile anladım şimdi.
*
Epeydir yazmıyorum. Yazamıyorum değil, yazmayı bile denemiyorum. Canım çekmiyor yazmayı. Ya da, yazmıyordu demeliyim. An itibariyle yazdığıma göre, biraz iştahım olmalı. 
*
Bir şeyler izlemeye dayanamayan ben son 3-4 haftadır, Umut'un ilk bölüm için "Hadi izleyelim" demesiyle başlayarak, deli gibi House M. D. izliyorum. 6. sezonun ortasına geldim. İzlemek bana iyi geliyor. İyi geliyor derken iyi etmiyor. Terapi gibi şeylerden değil, ancak izlerken de mutluyum da. İzlemediğim çok az bölüm kalmışken, izleyeceğim hiç yeni bölüm kalmamasına az zaman kalması ve yeni bölümleri haftadan haftaya izleyebilecek olmam da sinir etmiyor değil beni. 
*
Benim en büyük olması gereken ama en büyük olmayan derdim ne onu anlatayım. İki yıl derslere gidip geldim ve nihayet tez aşamasına eriştim. Eriştim de, olmuyor. Elim kolum bağlanmış gibi. İki ayda tezi bitirip erkenden mezun mu olsam derken tek sözcük dahi yazmadım bir yere. Yüzlerce ölçek var doldurtmam gereken, onu da yapmıyorum. Sürekli "yetiştirebilecek miyim acaba"stresi içindeyim ama bu stresi yenmek için harekete geçmeyip üstüne hayatımdaki diğer meseleleri dert edinip duruyorum. Umutsuzluk krizi adını verdiğim karamsarlıkla gerçekçilik arasında gidip gelip bugüne dek zaten hayatımda önemli bir yeri olan ve muhtemelen de uzun süre önemli yeri olacak kronik problemlerime dertleniyorum. 

Aslında, bir sorun çözülse, bir tek şey iyi yönde değişse teze başlarım diyorum. Olmuyor, başlamıyorum. Olanı başlama mimi saymıyorum. Kolay olmayan günlerle baş ediyorum aslında, baş edemediğim ya da baş edecek enerjiyi topladığım zamanlarda biraz böyle çekilmez gibi gözüken -ama sadece gözüküyor- bir ruh haline bürünüveriyorum.
*
Tek bir hayatım var ve bununla ne yapacağımı bilmiyorum.

http://fizy.com/#s/1d7cbp

22 Temmuz 2011 Cuma

Yolcu

Hayatımda ilk defa tek başıma bir yolculuğa çıkacağım. Gülmeyin :/ Tebessüm bile etmeyin! Ne yapayım, hiç gerekmedi. Gerektiğinde aksilikler oldu derken şu yaşa geldim ve tek başıma tek yolculuğum olmadı. Ailenizin yanında yaşarken okuyunca bayram seyran da yolculuk gerektiren aktiviteler olmayabiliyor. Olanlara da kafile olup, ailecek gidebiliyorsunuz. Yöö, ağlamıyorum, gözüme bir şey kaçtı :'(

İlk yolculuk ya, önemli tabii. Yolculuklarda sevdiğim şeyleri tek başıma yapma fırsatım olacak. Bir hevesliyim ki, sormayın. "Hangi kitaplarımı götürsem, mp3 player'ımı bir gözden geçireyim hem, oh negzel. Ama yolları da izlemek isterim? Nasıl yapacağım hepsini?! Sadece 4,5 saatim var! Neden daha uzun değil ki?! Hiii! Ya yanıma çok geveze bir teyze oturursa?!" Efsaneye göre dinleyip dinlemediğinize bakmadan hastalıklarını, gençliklerini ve torunlarını anlatan yaşlı otobüs teyzeleri varmış yollarda. Her otobüste en az bir tane olmazsa otobüs hareket edemezmiş! Ben hiç görmedim, görmedim ama görmediğim şeyden de korkarım arkadaş! Acaba araç tutmasına karşı hap olduğu gibi teyze tutmasına karşı da bir çözüm var mı? :/ Lütfen RT!

Çok hevesliyim, biraz hüzünlüyüm. Benim yolculuğunun teması ne olur bilemem ama heves kadar hüzün de hakim olacak, görebiliyorum. Çok şey için, bin bir zahmete girerken, eldekilerin tadı ekşi oluyor bazen ve ben tekilayı bile limonla içemem.

7 Temmuz 2011 Perşembe

Senden Sonra

senden sonra,
kafa karışıklığım baki, şiirlerim yamalı.
senden sonra gün batımı rengine çalan bir noktam var artık,
çayırlık alandaki milatsız hayatımda.

cümlelerimin ömrüne döndüğümde,
geldiğim nokta hep senden sonra,
senden sonraki ilk anda.

senden sonra cümlelerim benden gitti,
bağımsızlıklarını ilan ettiler koca boşlukta,
içimdeki isyankar hükümdarlığının yanında.

söylediklerimin bir gün sana çarpma ihtimali,
içimdeki umudun cam kesiği müsebbibi.
bilmez misin, umuda sarıldıkça kan içinde kollarım,
yaralarım, taze?
en yeniler hep senden sonra.

dedim ki -sen... sen niye böylesin?
dedi ki -ve burada şair ne demek istemiş, kendisi de soruyor.


Senden Sonra şiirlerini Umut yazsın ben okuyayım derdim. Şimdi de derim ama iyi sebeplerle yazsın isterim. Ekşi'de de, sol frame'de denk gelirsem muhakkak okurum. Kısıtlayıcı ama samimi gelir, nedendir bilmem. Belki de bilirim, bilemedim şimdi bilip bilemediğimi. Ehe, neyse. Öyle işte. Birinden sonra demek, onun gidişinden sonra demek değil. Gelişinden sonrası da mümkün. Belki de gelmeyişinden sonrasıdır asıl yaşanan. Gelişinden sonrasına selam vermek, çok tatlı. Bu tadı yitirir miyim bilemem ama, selamlarım şimdi hep ona.

24 Haziran 2011 Cuma

Kahvaltısız Olmaz


-Ben Kahvaltı yaptım. Umut da.
+Eee yani?
-Biz kahvaltı yaptık!
+Hâlâ "yani"?
-Biz, benim iş yerimde, beraber kahvaltı yaptık!
+Haaa!
-Çok keyifliydi! Ama Umut göbeğinin hakkını veremedi.
+Peki o zaman, hadi... Çok yazmasın, kapat...

17 Haziran 2011 Cuma

Yaktın Beni Selçuk Erdem

Annem 3-4 gün için gitti, evde kardeşimle yalnızız. Ben de sorumlu bir abla olarak kardeşimin yemeklerini düşünmeye çalışıyorum. Aslında beraber düşünüyoruz. Kahvaltıda aklına gelmez diye ona yiyebileceği şeyi hatırlatmak için olanca sevecenliğimle ve şebelekliğimle not yazdım. Yeni uyanmış, sersemlemiş kafayla. Buyrun o not:

Evet bu çirkin yazı benim.

Tabii işe doğru yürürken "Yuh, nasıl bir pas attım ben bu çocuğa, gol atmasa bari" dedim. Üff, sabah sersemliğiyle ne yapsam yanlış oluyor. Bir sabah klavyeme çikolatalı Nescafe döktüğüm, bir başka sabah arkadaşımı bir soru sormak için aradım, sonra soruyu sorarken cevabı buldum, sorunun saçma olduğunu fark ettim ve soruyu bitirmeden "Eee neyse, ben anladım yeaa" dedim. Başka sabahlarda başka şaşkınlıklarım da var elbet ama bu başka yazıların konusu.

Sevgilimle konuşurken sabah yaptığımı anlattım. O da attığım pasın gol olarak kalemde görüleceğinden emin gibiydi. Eve girdim. Notu bıraktığım masada not yoktu. Bir kalem vardı ama. Bulamadım kağıdı. Heyecan son noktadaydı. Evet... Bilgisayarımın kapağının (monitör işte lkdjaj) yarım kapalı olduğunu gördüm. Hiç adetim olmadığı için hemen açtım ve notu gördüm:

Bu da kardeşimin yazısı. Evet. "xD" doğru gördünüz :(

E Melike de durur mu? Basmış kahkahayı. Beklediğim gibi bir cevap görünce ne yapabilirdim ki başka? Hayır! Naçar değildim! Planımı yaptım. Bekledim. Bekledim ki küçük ergen eve gelsin. Eve geldi, Öptüm kağıdın devamına yazdığım notu okumasına izin verdim. İşte o kağıt:

Smiley'den öpücük koymazsam ölürdüm.
Koptu. "Ahahaha, süperdi bu, iyiydi bu ahahaha" deyip durarak resmen flood yaptı :/ Kendine gelince kıvırmayı denedi. "Ama " ile başlayan cümleler kurdu. E, yenilgiyi kabul etmek kolay değil tabii. Tamam, tamam. Yenilgi değil, bu golle ancak beraberliği yakalayabildim ben :( Tamaaaam! :( :( :'(


Yaa, işte böyle.

Not: Fotoğraflardaki gölgeler benim. İğrenç bir espri yapmadan (daha yapmadan?) bitireyim.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Ben İş Buldum



Kötü bir alışkanlığım var; telefonla konuşmadan yürümeyi sevmiyorum. Bugünün kurbanı annem idi, onunla bikbikbik yapıyordum. Öğle yemeklerinin benim için büyük bir dert olmasından mütevellit büyük zorlukla yiyeceğim şeyi uzun karar verme aşamalarından sonra buldum. Kaşarlı simiiiit! Aslında her zaman gittiğim pastahane olduğu için çabucak da aldım nevalemi. Anneme hala bikbikbik etmeye devam ediyordum, büyük bir iştahla bir an evvel iş yerine varmayı istiyordum ama...


Ama bir amca beni, pastahaneden adım attıktan 10 saniye kadar sonra durdurdu. 50 yaş civarında, takım elbiseli, halim halli. "Beni hatırladın mı?" dedi elimi sıkıp. Şu balık hafızalı, selamlaştığı insanın bile kim olduğundan bihaber insanlar var ya, işte o insanlar grubuna dahilim. Kesin tanıdığım biri ama ben çıkaramadım diye üzülerek "I-ıh" deyip kafamı salladım. "Ziraat'ten" dedi amca. "Hangi Ziraat'e gidiyorsun sen?" diye sordu. Üç ayda bir öğrenim kredisi geri ödemesi için gittiğim Ziraat 50 metre kadar ötedeydi, gayrı ihtiyari onu gösterdim. "Hah!" dedi. Aklımdan orada hep muhatap olduğum kadını geçirdim. Yok, başkasıyla işlem yapmadım ki! Amca sordu, "Okulu bitirdin mi sen?" diye, o anda her şey aydınlandı kfjdlsjf muhtemelen stajyer bir hatun kişiyle karıştırıyor kanısına vardım ama bozuntuya vermedim artık, o kadar memnun olmuş gözüken bir amcayı hayal kırıklığına uğratamazdım! Cevapladım; "Bitirmedim" dedim. "Kaça gidiyorsun sen?" dedi. "Imm... şey... Yüksek lisansa devam ediyorum ben." Amcadan kocaman bir "Afffeerriin!" aldım. Artık ben o değilim demek için geçti, amca hala elimi sıkıyordu ve diğer elimdeki telefonda annem hattaydı! "Hadi bakalım, okulu bitir de, seni Ziraat'e sokalım." dedi. Yarım ağız gülümsedim, "Sağ olun" dedim. Hala el eleydik, tekrar el sıkışma sallaması aşamasını yineleyip, görüşmek üzere ayrıldık. Telefonu aldım ve anneme söyledim "Ben iş buldum."

Haa, ne diyecektim? Ders dönemim bitiyor, aylardır çeşitli sebeplerden hiçbir şey yazamadım. Belki ilham ile peri dersler bitince geri gelirler dedim. Böyle de bir giriş yapmak istedim. Ayh bir de şu var; kaşarlı simit caps'teki gibi olacaksa güzel. Hele ki sıcaksa... Kaşar ve simit sever insan buna ölür. O kadar diyeyim.

Amacıma ulaştığıma göre gidebilirim. C ya!

2 Haziran 2011 Perşembe

Tutkulu Tutkusuz

Çok çok sıkıldım.
Çok çok yoğunum.
Çok çok hastayım.
Çok çok özledim.
Çok çok istediklerim var.
Çok çok düşlediklerim.

Çok çok yaşıyorum işte, çok eksiklerimle.

22 Nisan 2011 Cuma

Mutlu muyuz?

6 yaşındaki kuzenim Mutlu bizde kalıyor. Bir haftalık misafirimiz. Mutlu 1. sınıfa gidiyor, okumayı yeni öğrenmiş. Ben bilgisayarın başındayken geliyor, ekranda yazanları okumayı deniyor. Arkadaşlarımla msn'den konuşmaya çalışıyor. "dkjfksjfhkfj" ya da "ahahahaha" gibi rastgele gülüşleri de teker teker heceleyerek okuyor. ":D" yapılınca anlamının "mutlu ol" demek olduğunu düşünüyor.

Annem evvelden boyama kitabı falan saklamış, Mutlu'ya verince seviniyor. Annesine babasına ayrı ayrı telefonda anlatıyor: "Bana resim saklamış teyzeeem" Nasıl bir sevinç, nasıl bir değer görmekten ötürü katlanan mutluluk!

Beraber uyumamızı istiyor. Uyuyoruz, ondan geç yatıp erken kalktığım için beraber uyuduğumuzu görmüyor. Bir daha uyuyacakmışız, o görememiş! Uyuyoruz.

Beni klonlamak istiyor. Saçımdan minicik bir parça alp dna'mı kopyalayacakmış laboratuvarı olduğunda. O kopya da, onların evde olacakmış. Hayatımda ilk defa bir erkek beni klonlamak istiyor.

İki tane şeker alıyorum, birisi renkli lolipop, birisi kırmızı bir kalp. Seç birini diyorum şekerlerin sadece çubuklarını gösterip. Seçiyor renkli olanı. "Ama kalbi istesem olur muu?" diyor. "Al ikisi de senin" diyorum. Müthiş bir şaşkınlık ve sevinçle, "Gerçekten miii?" deyip sarılıveriyor bana. Ama yemiyor şekerleri. Oyuncaklarını ve ona ait eşyalarını dolduruğu poşete koyuyor, "Abim gelince birlikte yeriz" diyor. Dana.

Bana "bilim anlatıyor". Uzay, fizyomolekül diye başlıyor. Yeni bir kuram ortaya koyacak, biraz kasarsa bir kanun betimleyecek gibi.

Minicik gövdesi var. Eve gelir gelmez kucağıma tırmanıyor, o gün neler yapmış anlatıyor teker teker, kollarını kocaman açıp bana sarılıp. Yediklerini de sırayla sayıyor bazen. Oyun oynuyor, sonra ansızın gelip öpüp geri gidiyor.

"Hiç bir şeyi bilmez misin sen?" dedi bana! Yüzündeki ciddiyetle şüpheye düşmedim değil. Bilmiyorum herhalde. Yani. Sanırım. Üüüüf!

Bir sürü, bir sürü, bir sürü başka şey de var. Çocuğunun en sıradan şeyini dünyanın en orijinal, en önemli ve en herkesçe bilinesi şeyiymiş gibi anlatan ebeveyn sıkıcılığında olmak istemiyorum. İstemiyorum ama ben bu çocuğa bayılıyorum! Bayıldığım her yanını herkese anlatmak istiyorum!

3 yıl önce:

Bir "Mutlu" değiliz yahu!

2 Nisan 2011 Cumartesi

Karanfil

http://fizy.com/#s/12647d

Olmadık zamanlarda duyulmaması gereken şarkı. acı mı var cepte biraz? Büyür de kocaman olur insanın içine daha bir oturur. E ama demiyor mu "çok değil inan az kaldı az" diye? Umut verecekken niye kırıyor bu kadar çok? İnsanların kırdıklarının üzerine dökülen kolonya etkisi yaratıyor, elimize döksek ve hiç yara bere olmasa yüzümüze sürüp ferahlayacağız bir parça. Ama eller o kadar yaralı bereli ki kiminde, duyduğu acıdan duyabileceği ferahlığı kaçırıyor.
İnsan bazı şarkıları kendi egosuna mı söyler hep? İd ile süper egonun oyunu mudur umutlar? Benlik denilen nedir ki bir şarkıyla incinir de bir şarkıyla toparlanır? İnsan olmak mı zor olan yetişkin olmak mı?

Ve cevapsız sorular, aslında cevapsız mı sanıyoruz vermek istemiyoruz da cevapsız oluveriyorlar, yoksa hakikat mı bazı soruların cevapsızlığı?

Belki tüm sorular için yegane cevaptır "zaman".

Korkma, sen varsın.

Korkmaktan korkuyoruz. Korkumuzdan.

Korku, gerekli hallerde -mesela bir canavar bizi kovalıyor olsun hem de yemek için- gösterilmesi gereken tepkiler için elzem bir duygudur. Düşünsenize korkmazsanız kaçamayacaksınız üzerinize doğru salyalarını damlata damlata koşan canavardan. O da hooop hiç bir zahemete bile girmeden -bari yiyecekse bile emek harcasın değil mi ama?- sizi lüpletecek. Sonra tabii Pinokyo'nun balina midesinde bir yaşam alanı yaratması misali şanslı olmazsanız, siz artık hayatta kalmamış yağniii ölü olacaksınız. Oysaki canavarı görünce korksanız, sinir hücrelerinizdeki bu uyarılma bedeninizi harekete geçirse bacaklarınız poponuza değe değe koşsanız... Belki de canavar sizi yakalayamayacak ve siz kahraman olacaksınız. Hem de kendi hayatınızın kahramanı. uuuvv, bir canavardan kaçıp kurtulmak istedim şimdi.


Tabii çeşitli kuramlar da var, önce mi korku yoksa sonra mı? Önce kaçar mıyız sonra duygumuzun farkına varırız yoksa eş güdümlü müdür? Gibi gibi. ancak her neyse, hangisinden ötürüyse, korkunun hayatta kalmadaki yeri büyüktür, her türlü duygunun illa ki işlevi vardır.

Korkmaktan korkmayın.

Not: Canavarım Guugıl'dan. Hiç korkulası mı hı?

2009

19 Şubat 2011 Cumartesi

...

Blogtaki son postu girdiğim gün olmuş kaza. Ben iki gün sonra öğrendim. Bir gece vakti. Ağlaya ağlaya uyudum. Haber bekledim, iyi haberlerle sevindim, kötü haberlerle acı çektim. 10 yıllık arkadaşım, Ocak'ın 2'sinde "Baak, senden bir trafik kazası haberi duymak istemiyorum" dediğim arkadaşım, duran aracın içinde otururken aşırı hızla gelen bir araç çarptığı için yoğun bakımdaydı.

3 haftayı aşan bir süre Kıbrıs'ta yoğun bakımda yaşam savaşı verdi. Gitmeyi düşünüp gidemedim. Çaresizliğin ne demek olduğunu kafama kazıdım. Göremiyorum, bir şey yapamıyorum, görsem de bir şey yapamayacağımı biliyorum, korkuyorum... Kaybetmekten korkmayı böylesine yaşamamıştım. Bir gün, bir an facebook'ta "kaybettik" yazısını görmekten deli gibi korktum. Her gün sayısız defa baktım. Defalarca haber almayı denedim.Küçük, belki milimetrik gelişmelerle umutlandım. O kadar inatçı, o kadar yaşam dolu, o kadar genç birisi gidemezdi ki! Benim arkadaşım, bütün insanlara kırgınken yeni yılını kutlamayı istediğim 4 kişiden birisi olan arkadaşım... İyi yıllar dileğim gönderilenler kutusunda duruyor ve acımasızca bakıyor bana.

İş yerime geldiğinde oturduğu koltuğa bakıyorum, tam karşımda. Yürüdüğü yollara bakıyorum. Soruyorum, "Bu yollardan yürümüş kaç kişi yok artık?" Her sabah yürüdüğüm yolda onu düşünüyorum.

-Kaybettiğimiz gecenin sabahı, işe yürüyorum. Ağlıyorum. O yoldayım. Her sabah o yolda yürürken iyileşmesini istediğim, ya iyileşince büyük hasar kalırsa diye endişelendiğim adam artık yok diye ağlıyorum. Bir kız geliyor, "birlikte yürüyebilir miyiz, köpekler var da" diyor. "Bunlar bir şey yapmaz, korkmanıza gerek yok" diyorum, "Yine de yürüsek ya, çok korkuyorum" diyor. Niye ağladığımı sormuyor, rahatsız etmiyor. Kabul ediyorum, yürüyoruz. Gözlerimden yaşlar akıyor. Başka başka şeyler soruyor. Yolun sonunda telefon numaramı istiyor. "Belki" bir arkadaşım oluyor. "Hayat işte" deyip yine ağlıyorum. Hayat işte deyip yine toparlıyorum. Günlerim bu döngüyle geçiyor.-

Kocatepe'nin önünde buluşuyoruz eski sınıf arkadaşlarımla. Diyecek sözümüz yok. Tören saati değişmiş, erken gitmişiz. İlk bulduğumuz yere oturuyoruz. Epeydir görmemişiz birbirimizi, epeydir birbirinin görmeyen insanların klasik konuşmalarına yakın, konuşuyoruz. Gözlerimizle anlattığımız farklı. Söylediklerimiz sıradan. Bir süre sonra, artık daha toparlanmışken belki, onu konuşabiliyoruz. Acımızı biraz belki, daha çok isyanımızı.

Tören başlıyor zamanı gelince. Hava güneşli ama yerler buzlu. Bir tuhaf. Kırmızı bayrağın altında, o tabutta benim arkadaşımın ismi yazıyor! Tanıştığımız ilk yıl, defalarca unutup adının anlamını sorduğum geliyor aklıma. İsmini çok beğendiğimi düşünüyorum. İnanamıyorum şimdi orada yazdığına. Gerçek gibi değil, eşyaların incinmemesi için üretilen beyaz köpükler gibi her şeyin gerçekliği. Suni bir olaymış gibi. Yakışmıyor ki oraya o isim. Sol göğsümde iğneli olan fotoğraf bozuk olmuş biraz. Üzülüyorum. her şey yanlış ve hiçbir şey böyle olmamalıydı, biliyorum! 15 yıl sonra ne yapacağını bile konuşuyorduk biz! Şubat'ta Ankara'ya geleceğim demişti, Şubat'ta Ankara'da, Kocatepe'de! Aynı ortamda son kez olduğumuza inanmıyorum. Tabutunu taşırken askerler, basamakta birisi azıcık dengeyi bozuyor, ya çarparsa kafası diye düşünüyorum. Acıtmasınlar canını! Alıyorlar, arabaya götürüyorlar... Vedalaşayım, kabulleneyim artık diyorum, olmuyor. Her şey bir kurgu gibi. Arasam sesini duyarım gibi. Ya sesini unutursam? Hatırlamak, unutmamak için, zihnimde tekrar ediyorum. Ben acı çekiyorum ama, ailesinin acısı için de üzülüyorum. Hakkım değilmişçesine, ben daha ne hissediyorum ki diye suçluluk duyuyorum.

Aldılar, götürdüler arkadaşımı. Ağladım, ağladım ve sustum. Bazı insanlara hiç söylemedim bile. Paylaşmak istemedim acımı. Hala da bilince en dandik sorularıyla, belki umursamazlıklarıyla canımı yakacak kimseler bilmiyor.Anlayacak ama anlatacak dermanım olmayan kimseler de. Beni uzaklaşmış zannedenler bile var. O kadar saçma şeylerle uğraşıyoruz ki... Bunları görüyorum daha çok. "Amaan" diyorum, geçiyor gündelik sıkıntılar.

İnanamıyorum, en çok da inanamıyorum. Ne yani, bir gün kendi evimde hiç misafir edemeyecek miyim? Evlensem onu çağıramayacak mıyım? Hani olmazsa da olmazdı? Onun hep 23 yaşında kalacağına inanamıyorum. Yaşayamadıkları için üzülüyorum. Anılar akıyor gözlerimden. Pişmanlıksız, incitme hatırası olmayan bir ilişki... "Hanfendi" deyişinin tınısı hatırlamak istediğimde kulaklarımdan gitmesin istiyorum.

Şimdi nerede olduğunu anlamak istiyorum. Her şey burada bitmiş olmamalı! Rüyamda görüyorum. Kocatepe'de üşütmüştüm o gün. Boğazımın bir tarafı lenf bezlerim şişmiş, pek de şikayet etmiyorum. Boynumdaki şişkinliğe dokununca, ona dair bir şey diye düşünüyorum. Geçtiğinde, yine boynumdaki şişkinliğin yerine dokunuyorum, yine o geliyor aklıma.

Yasın süreçlerini biliyorum, yetmiyor. Kabullenmek güç oluyor. İnkar ediyorum ama bilmenin getirisi olmuyor. Bildiğimi biliyorum sadece. E, şimdi de hayat devam ediyor. Şimdi de kederli ve gündelik yaşama ayak uydurmuş Melike var. Neredeyse ilk günden beri. Parça parça yaşamlar ancak benim bir yaşamım ediyor toplanınca.

Rüyamda gördüm, huzurlu ve iyi olduğuna inandım Hep gülümseyen yüzü, yine gülümsüyordu.

Belki, insanlara diyebileceğim yegane şey; trafikte bencillik etmemeleri olacak. Belki değil, öyle. Allah aşkına, ya da hayatınızda bir şey aşkına ne yapabilirseniz, onun aşkına, başkasının, ötekinin hayatına zarar verme ihtimalini düşünün. Dikkatli olmak, kurala uymak bu kadar mı zor? Azıcık olsun düşününce 10 dakika geç gitmek bir yere, neye mâl olur ki? Kendinizi umursamıyorsanız, ötekini düşünün lütfen. Aşırı hızla, kuralsızlıkla yolun kenarında arızayla duran aracın içindeki 4 gence çarptığınızı, 23 yaşında bir gencin ölümüne sebep olduğunuzu, sevenlerinin tüm lanet cümlelerinin hedefinde olduğunuzu düşünün. Yaşamayın bunları, yaşatacak şeyleri yapmayın.

9 Ocak 2011 Pazar

O Ye!


Sene 92!

1 Ocak 2011 Cumartesi

İki Post Birden

Puu edepsiz! Başlığı okuyunca çağrışan ne biliyorum! kljfdlsfj (Şayet ne diyor bu kız yea diyorsanız lütfen asıl edepsizin ben olduğunu söylememe izin verin)


Bazen içimden gelen -kendimle ilgili- şeyleri yazmıyorum çünkü yanlış anlaşılacağım, biliyorum. Kendimi anlatmak için çaba sarf edesim olmayınca, o anlık vazgeçiyorum. Sonra geçiyor zaten bazısı.

Demin tivitıra "insanın bazen ölesi geliyor" yazacaktım ama bir anda vazgeçtim. Ben ölmek istemiyorum ama bazen, "pause" tuşunu bulamamamdan mütevellit ölesim de gelmiyor değil. Gel de bunu anlat... Hayır, aslında insanlara da kızmıyorum, şimdi sevgilim böyle bir şey yazsa, ohoo, nasıl da paniklerim. Normal bir şey aslında.

Bu postun mesajı yok. Sanırım şu eklediğim "caps" büyüyor yeni pencerede. Büyüsün ya, yazarken eğlendim ben hem.

Edit: Koskocaman oldu ya hayırlısı lkfjdsjf

Melaba 2011


Milli Piyango büyük ikramiyesi bana çıkmadığı içim, hatta hiç bir şey çıkmadığı için blogumda yeniden yazmaya karar verdim. Çıksaydı kapatıp gidecektim fkldjsfljs ne bileyim yea, belki ünlü yazarlara para verir arada onlara yazdırırdım (oeeeh). Sırf okuyan bir kaç kişi edebi bir ziyafet çeksin diye. Aaa, inanmadınız mı?!

Yeni yıldan beklediklerime geleyim. Hoş gerçi bir kısmını eski yıldan da bekliyordum ama işte... Yıllar değişiyor, beklemek hiç bitmiyor.

-Hali hazırdaki sıkıntıların hepsi çözülsün.
-Yenileri eklenmesin.

Imm, sanırım bitti.
***
Daha spesifik mi yazmalıydım? Yok yea! Yazıp da dert anlatmak istemiyorum. Yeni yıl dileği yazısı değil, dertlendiklerim listesi olur sonra. Dumanı üzerinde bir günde olmaz öyle.

İyi dileklerim var çoğu insana ama bazen gerçekçi oluveriyorum, dileklerimi söylerken dahi içimde bir burukluk oluyor.

İyi yıllar hepimize, hepimize aynı anda olması pek mümkün olmasa da.