Pages

20 Eylül 2010 Pazartesi

Dolmuş Kültürü

sözlükte iletidir. nasıl canım sıkıldıysa artık, yazmışım pek çok. okuyunca tekrar eğlendim. dursun bu köşede dedim.

evvela dolmuşa minibüs dememekle başlar.
vaktinde, küçükken minicikken evinden çıkıp da dolmuşa nadiren binen bir çocukken/ergenken kendisine minibüs derdim. en kibarcık halimle minibüs dediğimde "ha" diyenlere "hani oluyor ya mavi, ama otobüs değil onun küçüğü" diye anlatıp "ha dolmuş diyorsun" tepkisini alırdım. ya da doğrudan "dolmuş be ne öyle miniiğğbüüğğss" gibi cevaplarla da karşılaşırdım.

gel zaman git zaman, büyüdükçe artan katedilen yol miktarına bağlı olarak metro, otobüs, servis derken dolmuş de kullanmaya başladım. tabii o arada minibüs oldu dolmuş. yani benim lugatımda geçirdi bu evrimi.

tabii bir angaralı olarak, bir angaralı kronik dolmuş yolcusu olarak bu durumun/sürecin/olayın kazandırdığı bir kültür olduğuna kanaat getirdim.

neyse sadede gelelim;

-dolmuşta iyi bir yolcu bilir polisin kontrol yaptığı güzergahı. bilir ve kendiliğinden çöker yaklaşınca. iyi bir yolcu tekrar ayağa kalkacağı yeri de bilir. biraz daha az iyi olan bir yolcu da şoför "çök!" deyince çöküverir, neden sorgulamaz, "ay üstüm kırışır" diyemez. derse dolmuş ahalisi söylenir, şoförün kavga etmesine bile gerek kalmaz.

-dolmuşta iyi bir yolcu eğer genç bir erkekse, ayakta kadın yolcu olmasın diye yer verir. işinde pardon yolculuğunda profesyonelleşmişse, bilhassa genç ve hoş kadınlara yer verir ama olsun. yaşlılara nasılsa yer verilir. o değil de, herkesler böyle düşünüyor sanırım. epeydir genç kadınlar oturuyor, yaşlılar ayakta seyrediyor.

-eğer çevirme var diye alınmama ihtimali yüksek olan bir yolcuysanız ve kadınsanız, her daim bakımlı, makyajlı ve şık olmalısınız. iyi bir yolcu bunu da bilir. zira 5 m geride bekleyen paspal kadına veya erkeğe durmayan o dolmuş, o gün saçtığınız ışıkla doğru orantılı olarak size durabilir. durmayabilir de ama inanın o zaman sahiden alacak yer kalmamıştır.

-kocaman gövdesi olan teyzelerin yanı en son dolar. nedense şişman genç kızlara nazaran bu teyzeler daha rahat davranır tüm koltuk onların gibi hareket eder. bunu insan sadece bir haftada anladığı için dolmuşa ilk duraktan bindiği takdirde dolmuşun dolma skalasını gözleyip envantere işl... neyse cümlenin ucu kaçtı. hoş zaten dolmuşa özgü bir gerçek değil bu. nerden girdiyse araya.

-dolmuş şoförü olmak demek doğuştan lider olmak demektir. ancak karizmatik liderlik rolünü değil babacan liderlik rolünü de seçmek demektir. şoför sorar, "migros'ta inecek var mı?" ahaliden cevap gelmeyince "miiigroooos!" diye çemkirir. ay pardon seslenir. "abi ben inecektim" diye 3-5 kişi cevap verir. hatta öyle ki inmeyecek olanlar bile can havliyle cevap verir, bir de üstüne arabadan inebilir. insanlar da "şoför bizi düşünüyor ehehe" diyerek sevinir.

-ankara'da dolmuşa binmek eğlencelidir. hele ki ayaktaysanız. bir yere sıkı sıkı tutunup arabanın her zıpladığında savrulmadığınızda kendinize 10 puan verip her sağa sola çarpıp düşme tehlikesi atlattığınızda kendinden 5 puan düşebilirsiniz. eğer 50'yi geçerseniz kendinize kestaneli pasta ısmarlayabilirsiniz. ancak unutmayın oyun oynarken 3 haktan sonra game over olsanız da hayatta bu imkan yok. biliyorsunuz tek hakkınız gidince game over oluyorsunuz hayatta. sıkı tutunun, hem de çok sıkı. çökerken de sıkı tutunun. aman bırakmayın.

-eğer ki şoför birilerine küfrederse, ya da sansürleyip söylenirse, siz de dolmuş ahalisi gibi evet anlamına gelebilen ifadeler kullanın. baş sallayın. aksini düşünseniz bile sesinizi çıkarmayın. sürü psikolojisi var ama sürü psikoloğu yok. neme lazım, bozulan ruh sağlığınız onarılamaz.

-dolmuş yazıları ayrı bir edebiyattır. anlamıyorsanız anlatım bozukluklarından dolayı demeyin. eminim ki siz anlamamışsınızdır. allahım beni dostlarımdan koru ben düşmanımla başederim yazmışlar mesela, yalan mı ha?! yalan mı? değil. hayatın özü saklı o yazılarda.

-"üstünü alamayan, parasını gönderemeyn var mı?" diye sorulduğunda, dolmuş şoförünün özellikle para üstünü alamayanları düşündüğünü zannetmeyin. ama yine de niyet iyidir, "sen hişşşşttt kırmızı kapşonlu gönder paranın üzerini" demedikleri için sempati duyun. hem "10 lira üzeri vardı" diyen birisinin beklenmedik varlığı sizi o an için sevindirip güldürebilir.

-dolmuşta dinlenen şarkılar diye bir albüm olmalı. yani bence var yoksa bu kadar istikrarlı olamaz bu müzikler. işte bu albümden edinmekte fayda var. ahaha ya da aşk fm dinlemekte fayda var. e bünye biraz alışmalı azizim. melankolik sabah saatleri geçirmek de romantik gibi gözükebilir ama sunî depresyon yaratıyormuş diyor bilenler.

-dolmuş kültürüne dahil olmasa da en kötü bişey, dolmuşta öğrenci fiyatı yoktur. zaten ankara'daysanız, paranız mütemadiyen ulaşıma gideceği için aslında çok koymaz. hatta o kadar koymaz ki, verdiğiniz 2 liranın gelmeyen 20 kuruşluk üstünü istemeye tenezzül etmez, "battı balık yan gider aq" dersiniz. gerçi o son aq ne demek bilmiyorum ama bunu diyen onu da diyormuş.

- bir ramazan akşamı, pidesini peynirini alıp dolmuş hareket etmeden inip de 200 metre ileride unutulan yolcuyu beklemeyip "beni bulsun da alsın bir ara, bekleyemem" diyen odunu, pardon şoförü de tanırsınız. arabanın her yanında yazan besmelelerin, arapça sözcüklerin varlığının duruma tezatlığına bakarsınız. pidesini unutan adamla, muhtemelen son parasıyla bunları aldığına ilişkin senaryolar kurarsınız. evde bekleyen oruç tutmuş aç bir aile olduğunu düşünürsünüz. doğrudur ya da değildir, hayalgücünüz gelişir.

dolmuşla giderken yapılacak en güzel şeyse, hususi arabasıyla gidenleri görüp duygulanıp gözlerin dolmasıdır. bu kadar çok şeyi göremedikleri için, araç beklerken yağmur altında ıslanıp saçlarını güçlendiremedikleri için, bu kültürden uzak kalıp kendilerini dolmuş ahalisi denen topluluğa ait hissedemeyip bireyselliklerinde boğuldukları için üzülürsünüz. allah yardımcılar olsun ne diyeyim der ve kafayı cama dayar derin hülyalara dalarsınız. yok be! bir gün benim de arabam olacak demiyorsunuz dalınca. hı?! ne kedisi ne ciğeri.

işte dolmuş kültürü, öyledir böyledir. candır, canandır.

17 Eylül 2010 Cuma

Kırtasiye.

Emekli olunca, hatta olmadan kırtasiyeci olmak isteyebilirim. Şu hayatta -evet elimle gösterdiğim hayat- beni mutlu eden ortamlardan birisidir kırtasiyeler ve kırtasiye malzemeleri satılan yerler. Hayır, yaş itibariyle "Benim zamanımda böyle şeyler yoktu" insanı da değilim ama, mest oluyorum bakarken ve tabii alırken.

En son gittim, dayanamayıp 3-4 defter aldım. 0.5 kalem kullanmadığım halde çokzel versatil kalemler aldım, 0.5. uçlu. Bir defteri kendime alıp kalanlarını kardeşime bağışladım bile:) Bir de pastel boya aldım ki, çok şirindi. Boya alıp alıp iş yerinde çocuklarla falan kullanıyorum. Olmadı kuzenime veriyorum. Alışveriş çılgınlığı desem... değil. Yalnız olmadığımı da biliyorum. Bu tutkumdan bahsedince "Aaa ben de!" diyen az olmuyor :)

Çocukluğuma ineyim dedim, oldum olası sevdiğim aklıma geldi. Yok, ordan da sonuç çıkmıyor. Zevk işte azizim.

Yahu, ne güzel bir sektör bu.

Bu yazının anafikri yok. Olmak zorunda da değil. E bunu açıklamak zorunda da değilim. Lakin sonuca bağlayamadım, ondan uzatıyorum.

Fin :)

14 Eylül 2010 Salı

Kar-i'katür.



Bu karikatür Pragma'ya gelsin kfhskjhf
İthaf bişiysi yani.
***
Geçenlerde aklıma geldi, çizeyim dedim. Yalnız karikatür çizmek hiç karakaleme benzemiyormuş. Bunu da öğrenmiş oldum jhdajkshd.

Not1: Başlıkların berbat Melike.
Not2: Biliyorum Melike.

12 Eylül 2010 Pazar

Refer'e and u M.


Başlığın saçmalığına bakmayın.
Kesin sonuç belli oldu. %58 oranla Anayasa değişikliğine "Evet" dendi.

Evvela demokrasi kavramını "şeriat mı getirecek?" denilen bir partinin savunması düşündürücü. En azından muhalefeti ve bilhassa solu düşündürmeli. Neden şu son dönemde demokrasi AKP ile özdeşleşti? Bence bir partinin başarısı da başka partilerin başarısızlıklarıyla pek alakalı. Evet, apayrı bir konu.

Ben anayasa pakedini oyladığımızı sanıyordum ama meğerse particilikle alakası varmış :)
Yahu arkadaşlar, "Evet" oyu veren tonla insan AKP'ye kat'a oy vermez.
Muhalefetin hatası da bence bu noktada oldu. "Hayır" denmeli ama neden "Hayır" denmeli yeterince anlatılmadı. Sadece bir partiyi destekledikleri için insanların anayasa oylamasına belli bir yönde oy vermelerini beklememek gerekirdi. Hoş gerçi, bunu geçtim, seçmenin kendisi de yer yer bu yönlendirmeye kapıldı. Niye evet ya da hayır sorusunun cevabı çünkü x partiliyim de olmadı değil. Hoş gerçi Orhan Pamuk "ben değişecek maddeleri okumadım ama..." mealinde kelam etti ama... O ayrı bir konu mu ki?



Seçmen bilinçsizliğine gelelim. Bu seçimin sonucunun müsebbibi olduğu iddia edilen seçmen bilinçsizliği... Evet diyen de hayır diyen de, internet delikanlılarına bakıyorum... Seçmen bilinçsizliği varsa bile iddia ediyorum ki her iki türde oy verenlerce de mevcut. Yahu arkadaşım internetten yapılan o acayip alt yapısız propogandalarla olacak iş mi? :)

Bir de beni acı acı güldüren insanların birbirlerini ötekileştirip ettikleri pek az zeka pırıltısı içeren laflar var. Yahu evvela kendimiz kendimizi kutuplara bölüyoruz. Sonra da "kopi peyst" ile laf sokuyoruz sözde. Evetçi diye bir şey yok. Hayırcı diye bir şey de yok. Kaldı ki madem demokrasiden yana herkes ne demek insanları verdikleri oya göre gerizekalılıkla etiketlemek? Hayır, hesapladım da e'ciler ile h'cilerin savlarına göre bu ülkenin yaklaşık %100'ü aptal :/

Kılıçdaroğlu'nun bir şekilde oy verememesi ise... Trajikomik. Sanırım referandumla ilgili en güzel espri de bu konuya ilişkin geldi. Şu malum BDP açıklaması yani.

Tabii bu arada referandum tarihi de kötü oldu. İnsanların katılmamasının bir tercih olduğu gibi katılmamalarına sebep olabilecek bir alt yapının olması da -ki bu ilk değildir- pek iyi niyetli gözükmüyor. Tabii 2007'deki referanduma göre, boykot da olmasına rağmen ciddi bir katılım var (2007'deki referandumu hatırlamayan çok, hatırlayan zamanını içeriğini hatırlamıyor bakmayınca kjdskljfh -burada özeleştiri gizli). Tarih böyle olmasaydı değişen pek ciddi bir şey olmazdı, o ayrı.

"Yetmez ama evet"çilerin iyi niyetinin, daha demokratik bir ülkenin, daha özgürlükçü bir anayasının olduğu bir ülkenin içinde yaşayacağımız günlerin gelmesini temenni ediyorum.

Not 1: Anayasanın paket oylamasına kesinlikle karşıydım. Dayatmacılık olduğunu düşündüğüm için ve zaten bütün maddelere evet demeyeceğim için "Hayır" dedim. Çıkan sonuç da pek hoşuma gitmedi, evet. Bildiğim sadece internet başından bu ülkeyi kurtaramayacağım.

Birazdan maç başlar, hepimiz bir oluruz yine.

Not 1,5 :iletidir de.

10 Eylül 2010 Cuma

çok anlamlı, pek anlamsız

Bunaldım.
Bu yukarıdaki fotoğrafı uzaktan sigara izmaritleri olarak değil soru işareti oluşturmaya çalışan insanlar olarak gördüm.
Öyle işte.
Ayrıca kardeşim karikatür anlatıyor.
Ben bunalmayayım da kimler bunalsın? Vazgeçtim. Eski tempomu özledim. İstiyorum geri.
***
Hayatın bir reçetesi olsa,
kolay olurdu belki;
belki biraz sığ.

8 Eylül 2010 Çarşamba

İncirmiş




Annem incir almış, diyor ki:
-İncir de aldım. Mutlu sever incir.

Mutlu dün 6 yaşını dolduran kuzenciğim. Dünya tatlısı.
Mutlu iki ay kadar önce söylemiş laf arasında anneme incir sevdiğini. Laf arası bitmez kuzunun zaten. O zamandan sonra ikinci görüşmeleri bu. Mutlu büyük bir hayretle "Unutmamııış!"diye bağırıyor. Seviniyor, gülümsüyor kocaman. 6 yaşındaki çocuk sevdiğini söylediği bir şey unutulmamış diye mutlu oluyor ve bunu beyan ediyor.
Bu cümlelerin bir ana fikri var elbet ama hikayeleyecek, cümleler kuracak gibi değilim. Zaten herkes de bilebilir. Sınavda da çıkmayacakmış. Öyle işte.

5 Eylül 2010 Pazar

Maziden bir yaprak

Bu yazıyı epey zaman önce yazmıştım, beni çok üzen birisi için. Neden yorulduğumu, neden mutsuz olduğumu anlasın diye. Ha işe yaramadı o ayrı dkasdşkl. Bazı yazdıklarımı toparlamak için uğraşırken denk gelince kıyamadım yazıya. İyi demişim :)). İyi demek de yetmiyormuş ya işte böyle.

X
Tanım: Çömez bir sözlük yazarı.

Günlerdir ileti yazamıyorum. 999'u gördüm ya kişisel bilgilerimde, 1000 olsun istemedim. Daha doğrusu 1000. iletiye böyle değmeli türden bir şeye girmek istedim. Ne aptalca değil mi? Sanki 1000. iletinin 1000. olduğu üzerinde yazıyor. E gerçi bu kadar 1000 yazdım, demek ki yazıyor. Neyse.

"Böyle birisi var. Ama henüz aktif değil. Yani böyle bir yazar yok." Bu nickin altına tıkladığımda bu çıkıyor. Yok ya var, ama işte bir ara form gibi. Doldurmuyor iletilerini, var olamıyor. Zamanı yok çünkü, 20 ileti yazmaya. Belki de esas mesele bu. Pasif bekleyişimin odağı bu zamansızlık. Bir şey yapmadan bir şey yapmasını bekleme sebebim. E bir şey yap be adam! Ehehe sert mi çıktım? O değil de ne yapayım dese şunu yap diyebileceğim bir şey yok. Beklentilerimi isimlendiremiyorum, ne acı. Beni çok sevsin istiyorum desem ne yani seni sevmiyorum mu diyecektir, bunu göstersin desem üzerime gelme diyecektir, üzerine gelmeyi bıraksam-ki denenmiştir- ben ona sıcak davranmıyor olacağımdır.

Ay neyse.
Bir sürü sorun var, 15 gündür görmedim yüzünü. Özledim çok. -hepsi bir cümlede olunca ne tuhaf değil mi?-

Süslü cümleler kursam hakkında ki en sanatsal şekilde ifade edebilecek kadar kendimi zorlayabilirim zat-ı muhterem için, daha hoş olurdu belki. Ancak bir şeyler yolunda gitmezken ve "son"ların soluğu ensede hissedilirken insan en realist oluyor kendine. E ben bu adamı seviyorum. Bu adamla gittiği yere kadar yaşayabileceğimiz son ana dek tüketmek istiyorum. Bunu nasıl şiirsel söyleyeyim birbirimizi kaybetmeye ramak kalmışken?

Bilirsin "x", karşında küçük bir kız var herkesin kocaman sandığı, çok olgun gördüğü. İsteklerinde haklı ama bir türlü üslubunu sağlayamamış bir kız. Sevdiği insan tarafından sevilmeyi istiyor. Ancak bu sevgiyi sorgular biçimde yansıyor. Sevdiği insan sevdiği insanı özlesin istiyor, "sen beni hiç özlemiyorsun ühü" şeklinde vuku buluyor.

...

Sonra aramayan sormayan düşüncesiz sevgili oluyorum. Şımarık bir yönüm var azıcık, farkındasın, ben niye arayayım, o arasınla örülü bir yön bir parça. Bir parça geçmişin şımartılmışlığı, bir parça da geçmişin kırıkları. İstemsiz savunma mekanizması belki. Belki sende de bir parça, yola getirme arzusu var herkes gibi olmadığının bilinciyle. "Bana da bunu yapmasın bir zahmet" demek gibi belki. Haklılık payı olan ama ergin bir şımarıklığa sahip bir düşünce bir parça da. Değişiklikleri göz ardı eden bir duruş. Sanki önemini bilmezcesine... Senin bilme arzun burda, beni arasın, isteklerime cevap versin derken verdiğim önemi ve aldığım ciddiyeti gösteren, benim de bilme arzum var işte, çok sevsin beni, özlesin sevgisini ve değerini bileyim diyen. Karşılıklı ancak karşılanamayan talepler. Hem de bir parça önce o yapsın benciliyetinden kaynaklanan. Bir parça ama tamamen değil.

Seven insan kalıplarım var benim. "Seven insan sevgilsini görmek için çaba gösterir. Seven insan için 2 dakika dahi olsa sevgilisini görmek, elini tutmak önemlidir. Seven insan bla bla..." o kalıplarıma uymuyorsun benim. Sevmeyen insan kalıbıma da uymuyorsun ama sanırım bilmek yetmiyor bazen. Hani tüm hücrelerime dek hissettiğim "o" anlar olsun istiyorum. O anları unutmam bilirsin.

1 yıldan fazla olmuş bir şey var. Canım çok sıkkındı bir akşam, daha biz olduğumuz gerçeğine alışamamıştım. Canım sıkkınken yine de sana demiştim. Geç bir saat olmasına rağmen buluşabileceğimizi yanımda olabileceğini böyle durumlarda istediğim zaman yanımda olabileceğini söylemiştin. Buluşmamıştık ama seni yanımda hissetmek çok kıymetli olmuştu benim için. Bunca zamana -sanki yüz yıllar geçti =)-aklımdan çıkmayan güzel şeylerden birisidir o.

Her şey yeniyken p.'da çalışmak istemeyeşin görüşemeyiz diye... Belki akşamları görüşürüz en azından deyişin... Aynı "x"i göremeyişim... Güzel an ve durumlardan çıkan şu ana özgü hüzünlü çıkarımlar mevcut artık. Senin rakibin 1,5 -neredeyse- yıl önceki kendin. (-efendim? seni bu hale ben mi getirdim?) Hayır diyemem esasında ama evet de diyemem. Daha fazla çabayı hak ediyor olmalıydım. Tek yük biz değiliz biliyorum. Değişik sıkıntılar içinde biz de varız ama. Değişik sıkıntılarında yanında olamıyor muyum? Hakkımı yeme ama, olamadıklarım oldu, hatam da oldu ama olamıyorum değil. Belki evet sevgili olmayı beceremiyorum. Doğrudur, sevgili olmayı sevmiyorum da zaten. Ama ilk vazgeçilirler, ertelenilirler, ihmal edilirler listesinde olmayı da sevmiyorum. Lakin seni seviyorum. Sensiz de yaşayabileceğimi bilsem de -herkesin herkessiz yaşayabileceği gibi acı ya da aslında gayet tatlı bir gerçek var- sensiz yaşamamayı tercih etmiyorum. Kredili sistemdedir ilişkiler, herkesin bir kredisi vardır tüketilene dek. Bazılarına baştan verilen azıdır, çabuk biter bazılarına ise çoktur geç zamanda tükenir. Benim ondandır ki birden bire gidişlerim. Bir de işin kötü yanı hiç objektif değilim ben kredi verirken, ısınırsam çok veririm sevemezsem azıcık. Sevivermişim seni çok. Kredin hiç tükenmesin isterim ve tabii kredim ama elde midir bu bilemem.

Sana eskiden güzel şeyler yazardım. Söyleyemediğim güzel şeyleri. Sonra sen de bana yazdın, hep kötü zamanlarda kötü şeyler yazıyorsun diyeceksin ama diyerek. Evet kötü zamanlarda kötü şeyler yazar hale gelebiliyor insan. Şimdi anlıyorum ama güzel şeyleri yazdığım insanı geri istiyorum. O güzel şeyler yazmasa da, ben istediğimde yazarım demesine rağmen. İstemesine sebep olamasam da...

Ha gayret düzelecek de bir şeyler bu onun sancıları mı? Yoksa kocaman ve dik bir yokuştan "finish" e doğru büyük bir hızla mı kayıyoruz bilemiyorum. E o da belli olur kısa vakitte. "Az sonraaa!"

Niye ona -sana- mail olarak göndermedim? Bu gece çalışması lazım diye bir parça. Bir parça da okuduğu zamanı bilmek istemeyişimden. Yine bir bakalım derken görmeni tercih ederim. Bir de 1000. ileti değerlime ait olmalıydı ama böyle olmasını düşünmemiştim gerçi. Neyse işte yazdım bitti. Yani bitmedi de yazmak da yemek yemek gibi, bir kere başından kalkınca devamı gelemiyor. Tamam artık sustum.

Son.