Pages

28 Haziran 2010 Pazartesi

köpeKorkusu

oldum olası hayvanları sevmişimdir. elmyra misali çocukken sokaktaki hayvanların peşinden koşar, onları da ürkütüp önden onlar arkadan ben koşturan aptal tipler olmamıza sebep olurmuşum.

neyse, bugün servise giderken bir sokak köpeği kesti yolumu. oynamak istiyordu. baktım fırsat da vermeyecek gitmeme, şöyle bir sevdim. içimden de işallah yanımda kolonyalı mendil vardır dedim. hepimizin olduğu gibi benim annem de hayvan sevince pis kirli fena iğrenç olur ellerin deyü deyü yetiştirdi beni. neyse, devam ettim gitmeye, çantamı kokluyor bir yandan da yanımda yürüyor, e haliyle. ben yürürken çantamı durup koklayamaz zaten, dediğim şeye bak! :)

servisi beklediğim yere dek geldik, benle gelirken köpek başka bir servisi bekleyen genç ufak tefek bir adam direkt uzaklaşmaya başladı. durdum beklediğim yerde. adam kaçmaya başlayınca hızlı hızlı, bizim köpek napsın? kuyruk sallaya sallaya adamcağızla oynamaya gitti. adam kaçıyor, köpek kovalıyor. köpeği çağırdım skadkdjsajld nasıl bir sahiplenmeyse artık, gel dedim yanına doğru yürüdüm. geldi köpek. adam yine olduğumuz tarafa doğru geldi. köpek naptı? yine peşine düştü adamın. bir an sonra, adam sol kolumu iki eliyle sıkı sıkı tutuyor, korkuyorum diyor, titriyor, uzaklaştırın diyor, sağ yanımda köpek, spor çantama ön ayaklarını dayamış, sevbeni bakışı atıyor, yüzü yüzümün dibinde.

adama "kaçarsanız kovalar ama" diyorum, "tamam" diyor ama bana tutunsa da aralarında sadece ben varım köpekle, kaçıyor yine. köpek kovalıyor yine. adam bir ağacın arkasına saklanıyor, "imdaaat!" diye bağırıyor. yine ona doğru koşan köpeği çağırmak, zaptetmek bana düşüyor. zira bir başka adam hoşt diyor yere vuruyor, köpek oralı bile olmuyor. ben de gel gel diyorum, köpek koştura koştura üzerime geliyor. atlıyor çantama tekrar, elleri bi üzerimde bi çantamda, gözgözeyiz, kuyruk sallıyor oyun istiyor. tabii burda ufak ufak korkmaya da başlıyorum, severiz dediysek de köpekle romantik anlar yaşamak isteriz demedik. o kadar yakınken korkarım ki köpek öpebilirdi. ehe, çok mu iyimserim?neyse güç bela indiriyorum, sakince duruyor seviyorum. adam hala ağacın arkasında. derken servis geliyor, biniyorum. camdan en son gördüğüm şey adama doğru yavaş yavaş ilerleyen köpek oluyor.

yarın adam aynı yerde beni görürse, bana kızar mı, benden utanır mı bilmiyorum ama adamı görünce hala acıyan kolumu ovuşturma ihtimalim büyük!

26 Haziran 2010 Cumartesi

Kitap laneti

bilen bilir kitap konusundaki hassasiyetimi, ödünç verirsem geri alırım muhakkak. kolay kolay da ödünç vermem konu kitap olunca. verdiğim takdirde nasıl tembihlediğimi anlatmama gerek yok sanırım :)

bu sabah hazır tatil de gelmişken, elimdeki ktiap da bitmişken iş yerine götüreyim son aldıklarımı, sıradan okuyayım dedim. koydum bir poşete, hazırlanıyorum bir yandan. annem geldi baktı, "burada benim kitabım var mı hiç?" dedi. "yoktur" dedim ben de haliyle. baktı, kendi kitabını buldu, "bunu bunlarla götürme" dedi, kitaplığa koydu. e tabii ki sinir oldum. annem içeri geçti. parlak bir fikri geldi aklıma, madem öyle ilk bunu okurum dedim, aldım çantama koydum.


dolmuşa bindim -ah bu gün o kadar çabuk geldi ve durdu ki, bir de yer de vardı ki, en mutlu bir kimse oldum- çıkardım çantadan, okumaya başladım.

sonra işe vardım, girdim odaya bir baktım ellerim yeşillenmiş! aldığım kitap yeşilinden olmuş hem de. ahaha yanıldınzz! kitap orijinal.

annemin lanetinin tuttuğuna ve bu mevzuunun didaktik bir yanı olduğuna inanıyorum!

anneme çekmişim ve bu tavır pek sinir bozucu bir tavırmış.

ahaha bunu nereye bağlayacaktım sahi?
hah! hayranım şu kitaplar kitaplıkta duracağına insanlar okusun deyip dağıtabilen insanlara. metaryalist olduğum az noktadan bir tanesidir bu kitap noktası.
bir de bu kadın öykülerinde karadeniz güzel kitap, bir kaç versiyonu daha var. kadın öykülerinde ankara, pek güzel. okunası. ankara'ya ilişmişliğiniz varsa muhakkak okuyun.
o kitabım da eski sevgilimde kaldı zaten :((( sdksjdkldj!

25 Haziran 2010 Cuma

ya işte böyle.

çok uykum var. uykum çok var.
e ama...
bugün danışman hocamı gördüm, en son gördüğüm zamandan bu yana ki 6-7 ay falan sanırım, az daha yaşlanmış. oysaki bundan 6 yıl önce ilk gördüğümüzde öğrenci sanmıştık.

zamanın hızlı geçtiğini, yıprattığını falan hep biliyoruz.
ancak asıl gördüğüm, artık insanları gördükçe zamanın hızına takılacağımın farkına varışım oldu.
zaman tutkum farkındalık olup kar olarak döner mi yoksa hep bir kaçıracağım hayatı kaygım mı olur bilemiyorum.
hala uykum var. başka da bir şey yazmam bu gece.

24 Haziran 2010 Perşembe

Konuştuğun birisi var mı?

bazı sorular vardır ya, bir an kastını anlayamazsınız. bilseniz de o kadar saçmadır ki, bir sonraki sefere "hö?" demeksizin, bir kaç saniye düşünmeksizin bir cevap veremezsiniz ya... işte öyle sorulardandır "konuştuğun birisi var mı?" sorusu. işte bu soruyu duyunca "hö?" deme aşamasından sonra "hııı" deyip ne kadar iğrenç espri varsa hepsini yapmak istiyorum.
"konuştuğum ikisi var ehe mehe" diyesim bile gelmiyor değil ama azıcık riskli sanki :) okurken fark ettim zaman kaymış, toparlamayıp kendimle dalga geçmeyi yeğledim, geçtim bitti)

ha! bu soruyu sorarken, şöyle bir eğilip parmaklara bakıp yüzük yoklama faslını da atlamadıklarını belirtmek istedim. soruyu sorarken de kafayı "ehihihi" dermişçesine sağa sola salladıkları çok bilindiktir. ehm yani ben bilindik buldum, siz de bilindikmiş gibi davranabilirsiniz.

bu aşamada, konuştuğun biri var mı sorusuna alınan cevaba göre verilen reaksiyondan devam edelim. hayır derseniz "aman aman, olmasın. hepsi dert şekerim" diyen bir teyze olabilir karşınızda. evet derseniz "ayyy hede höde değildir işallah" diyen hede höde kendi eşinde falan en nefret ettiği özellikleri sıralayan bir teyze de olabilir.

evet! teyze dedim. bu soruyu bu kalıpta hep kadınlar soruyor azizim!

not: kitabımı okuyayayım ben biraz. herkesin kafasının karışık olduğu dönemlerde okuyup dinlginleştiği, daha evvel okuduğu bir iki kitap olmalı. bilindik ve etkili yani.

22 Haziran 2010 Salı

bilemedik

bir gün- 10:51 ve saatim 6 dakika ileridir benim.

Gece akla gelen, sabaha hatırlayamadığım parlak fikrim benim,
Bir ufacık ayrıntı olmalı, bir ufacık ayrıntı,
Seni bana yakın kılmalı.

-diyorum ki- düşleri mi ihtimallerle karıştırıyorum?

Kapanmış bir dükkanın duvarındaki izler seni hatırlatır bana,
Ben beni bırakırken, izlerin de ardımda
Algısal eşiklerde aşılıp anlam verilemeyesice,
Herkes için manasız olup,
Beni herkesten ayrı düşüren izleri her yerden sildiğimde,
Yaşadıklarımın -ve daha çok yaşayamadıklarımın- hüznünü silmiş olabilecek miyim?

-diyorum ki- izler mi biricikleştirirdi herkesi?

Çocuğunu sınav kapısından bekleyen anne gibiyim,
Aidiyetsiz ama gergin, istekli ama naçar,
Dua etsem aklına gelir mi? aslında... "aklına gelir miyim?"
A mı, B mi, M. mi? seçer misin beni?

-okuyorum ki- "Seversin mi beni, doğru söyle ama? - Sigara?"

Her şey senin elinde, ben dışarıda sadece seni sevmekliyim,
Tüm kavramlarımı kenara koydum, terimler boşta
Gel, gel yeni duvarlar kuralım, kafa karışıklıklarımıza bir isim koyalım...
Gel, bilmediklerimi öğret bana.

-diyor ki- "Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya"

19 Haziran 2010 Cumartesi

Son Final Sendromu

şu an yaşamıyorum ama var böyle bir şey.
yüzüp yüzüp kuyruğuna gelince su koyuverme sendromu halk dilindeki benzer durumun adıymış.
eskiden yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmekteki yüzmeyi kulaçlayarak falan bildiğimiz denizde yüzmek gibi algılardım ve çok iyi biliyorum ki benim gibiler çok!

bu blog yazısı burada biter, zira kuyruktayım ve pek sıkıldım.

12 Haziran 2010 Cumartesi

bir dünya kupası-bir dünya.

insan kendini sorumluyken güzel şeylerden mahrum bırakarak cezalandırır mı yoksa motive mi eder? bazen her sorunun tek cevabı olmalıymış gibi davranan kendime not: saçmalama!




sene 2002 idi, damla'yla okulu asıp fransa-senegal maçını izlemeye eve gitmiştik. inadına senegal'i tutuyorduk. hatta -ergeniz ya- evde afrikalı dansları yapmayı falan deniyorduk. senegal kazandı diye o kadar mutlu olmuştuk ki, anlatamam. neden mi? işte. o zaman mutlu olmak az daha kolaydı sadece.

o zaman bir arkadaşa fenerbahçe'nin ilk 11'ini öğreteceğim diye çabalar dururdum. o bir tek ogün'ü bilirdi. çünkü onu beğenirdi. annem rüştü'ye şükrü derdi. çünkü ona "o rüştü" dememizi severdi.

gayet iyi bildiği halde sorardı; "hangisi biziz?" diye. "taç neeğ?"," o gol değil mi?" diye ne kaddar gıcık soru varsa sorardı, babamla kardeşimin anlatma çabalarıyla eğlenirdi. tamam, pasif ofsaytı bilmese de, ofsayattan da anlardı :P

almanya-abd maçında, ilk sevgilim olmuş kimseyle izlemiştik hasbel kader, gidip oliver kahn'a hayran olmuştum. hala severim kendisini. hala da khan mıydı kahn mıydı der, şapşırırım.

o zamanlar da, çok beğendiğim için "ayyy çok zevksizsin" diyorlarken bazıları, bazıları "o nasıl bir kalecidir yarappim" diyorlardı :) şirin ama değil mi? fkljsşlfjdj

uefa sonrası en güzel bir futbol şeysiydi benim için 2002 dünya kupası. hatta çoğumuz için. e ama cinsiyet ve ilgili önyargılarımız var ya, ben benim için olanı bilirim. futbolun keyif olduğunu öğrendi pek çok kadın -ben önceden biliyordum kiiiğ!- maç izlemenin, o heyecanın, 22 kişinin bir topun arkasından koşmasının heyecanının, hakeme küfretmenin,

ahaha bu yazının başıynan sonu acaip farklı olacak; aman napayım? ahaha toparlayayım tabii ki!

fantezi futbollar, iddaa'lar, gece gece telefonda konuşulan transfer politikası ve yapılan yanlışlar, 6-0 yenilince mesela, oturup ağlamalar...

sonuç: artık galatasaray'ın ilk 11'ini sayamayan, bazı roller benimsemiş, bir hatun olan ben. olumlu olansa, futbol keyifli, keyif alanları anlamak zor değil. yine de futbol magandaları eşek; sevinmeyi dahi bilmek gerek.

alternatif sonuç: ilk 11'imizi sayamayacak kadar ilgisizim ama bursa'dan bir gol haberi gelmedi! biliyoğruuuum! hala gülüyoruuuuuğğğuuum ve gülüyoooğrruuuuğğğmmm! :)

10 Haziran 2010 Perşembe

-yorum

işyerindekilerin hepsini birbirine benzetiyorum; tanıştığım birini hatırlamıyorum, tanımadıklarıma selam veriyorum.

yapmam gerekenler yine yoğunlaşacak; yine son dakikayı bekliyorum. sınavdan geçeceğim için, nasılsa her şey olur diyorum. bundan sıkıntı da duymuyorum.

içimdeki huzursuzluğun adını koyamıyorum. olur öyle diyorum. hem oluyor da öyle, sonra geçiyor.

temizlikçi abla bana hep canım diyor, muhabbetimiz yok; sinir oluyorum. bir şey diyemiyorum.

sınava 2-3 gün kala çocuklarının sınav kaygısı sebebiyle randevu alan ebeveynlere sinir oluyorum. bunca zamandır neredeydiniz demek istiyorum.

karar alıyorum; vazgeçiyorum. sonra yine karar alıp yine vazgeçiyorum. vazgeçmekten vazgeçiyorum. buna da olur öyle diyorum.

kahve içmek, kırmızı oje sürmek, düşmeden topuklu ayakkabıyla yürümek istiyorum.
zaman kaygısı yaşamayı bırakmak istiyorum.


acelem yok.

aslında belki zamanım da yok.

3 Haziran 2010 Perşembe

bulanık bunalık bir alabalık

diyorum ki bunaldım.

türk kahvesi içiyoruz, fal bakıyor. niyet tuttun mu diyor, hemen tutarım diyorum ve istatistikten geçmeyi istiyorum. geçecekmişim.

bu kısımdan sonrasında dikkatim dağılıyor ve kalanını dinlerken zorlanıyorum :P şaka bir yana, ciddi ciddi insan kendi falını dinlemede odaklanma sorunu yaşar mı?

neyse bir kısmını hatırlıyorum :)
yarına unuturum ama :(

eveti çok bunaldım. mesele ne biliyorum. yumurta kapıya dayanmadan çalışmayı deneyince böyle oluyor. yumurta kapıya dayanında düşünmeye fırsat kalmıyor, bi gecede allah ne verdiyse deyip deniyorsun da, şimdi üff olmayacak, yetişmeyecek derken hiç bir şey yapamıyorum.
kafam karışık; hangimizinki değil ki?
ama yok bazen dinginleşiyoruz ya, onu istiyorum ben.

ya işte böyle, kısmet. bir de hayırlısı.

1 Haziran 2010 Salı

Reel Ölümler ve Sanal Ölümsüzlükler

18.01.2009

Gitgide farklılaşıyor yaşam. Popüler kültür öğelerinin inanılmaz baskını hayatta hemen her şeyde görmek mümkün. Bir de artık ölümlerde ortaya çıkan bir yaşama biçimi var. Ölümü yaşama biçimi…
Sanatçı için temel güdüleyicilerden birisi olarak ölümsüzlük arzusundan bahsedilir. Kalıcılığın yolunu eserleriyle buldukları rivayet edilir. Nitekim bu rivayetler de büyük doğruluk payı taşır. İsmi hatırlanan insanlar, ya da dünyaya bıraktığı herhangi bir şey yıllar sonra bir insanı etkileyebilen, haz veren insanlar sanatçılardır. (yöneticiler ve siyasetçiler var bir de ancak çoğu haz ile bir hatırlanmaz nedense.) yalnız sanatçılar bu ölümsüzlüğü günümüz insanıyla paylaşır hale geliyor gitgide.
“Ölümü yaşamak”, “Popüler Kültür”, “Sanatçının Ölümsüzlüğü” malzemelerimiz. Bir de anahtar sözcük var ki; “İnternet”
Çok insan öldü. Çok insan ölüyor ve çok insan ölecek. (herkes ölecek kısmı bu yazının konusu değil.) hali hazırda ölüm acısı, en azından birinci dereceden olanlarınki hariç, yaşama ve yansıtma biçimiyle gitgide yapaylaşıyor. Bir görev gibi yaşanıyor belki. Bir forumda “çok üzgünüm, çok iyi biriydi” standart içeriğine sahip mesajlar, her çeşidi bulunan internet sözlüklerinde unutmama sözü veren iletiler, Facebook’ta ölen kişilerin ismiyle kurulmuş gruplar, blog sayfalarında her ölümün erkenliğine dem vuran yorumlar… internette, ölenlere hitaben yazılmış sayfalaraca yazıya rastlamak mümkün. Aslında “ya okursa” gibi bir niyet de yok. Sanki bir görev gibi, gerek yaşanan ya da göreve benzeyen(öldü, üzülmeli) acı dışavuruluyor sadece.
Bir de internetin ölenler açısından durumu var, bence çok kritik olan. Düşünsenize, sizinle ilgili bir sürü bilgi, fikirlerinizi içeren sayfalar, esprileriniz ve belki bir sürü görüntünüz var internet üzerinde. Ancak sizin kontrolünüzde değil, öldüğünüz andan itibaren. Yani nerde olduğunuzdan ya da olmadığınızdan bağımsız bir şekilde, en azından hala varken düşününce büyük bir kontrolsüzlük/kontrol kaybı örneği değil mi? Mesela yanlış bir iddiamın, hiçbir zaman düzeltemeyeceğim şekilde, tahmin edilemeyen bir zamana kadar durması, insanlara ulaşması çok rahatsız edici. Ya da 4 yıldır görmediğim, bir internet platformunda tesadüfen denk geldiğim ve kolay kolay aklıma bile gelmeyecek birinin ardımdan “seni hiç unutmayacağım, çok özeldin…” demesi… gerçi burada daha önemli gelen bir nokta, benim böyle bir durumda “hadi oradan” diyemeyecek olmam ki bu da bana dair olana ilişkin kontrolsüzlüğüme işaret eder.
Artık ortalama düzeyde internet kullanıcısı herkes bir sanatçı gibi ölümsüzlüğü yaşıyor. Muhtemelen bir ölümden 10 yıl sonra hala ölen kişiye dair ve ait olanların bir kısmı(büyük kısmı belki de) duruyor olacak ve belki de o kişinin kaleminden çıkma birkaç satırdan etkilenen genç bir erkek birden mesleğini değiştirme kararı alacak. Belki orta yaşlı bir kadın kendini zincirleyen her şeyin karşısında durmanın cesaretini bir ölünün(ancak bunu hedeflememiş bir ölünün) bir şiirinden alacak. Ne kadar tanıdık bir durum değil mi? Tıpkı bir sanatçı gibi. Lakin kontrolsüz ve niyetsiz.
Ve sanal alem, ölünün ölmediği tek yer, zaman aşımına en az uğrayan.
Ölüm reelde, ateş düştüğü yerde.

dip not: kendimden alıntı gibi, değil gibi.