Pages

25 Kasım 2012 Pazar

Tez Zamanda

... ebru malzemelerimi alıp ebruya dönmem lazım.
... şövale alıp yapmak istediğim resimleri yapmam lazım. Hep şövalem olsun istemişimdir.
... biriken kitapları okumam lazım. Almayı bıraktım, okuyorum ama istediğim gibi, istediğim kitabı değil. "Dur buna şimdi başlamayayım çünkü kapılıp giderim ..."
... biraz daha fazla olmak istediğim yerde olabilmem lazım.
... her şeyi yerli yerine koyup istediğim düzeni yakalamam lazım.
... tekrar ALES ve KPDS'ye girmem lazım.
... yazmam lazım.
... düşündüklerimi not almam, unutup unutup kendime küfretmemem lazım. Yok yani, kanıma dokunuyor sonra söylediklerim.
... listelediğim filmleri izlemem lazım. Tabii bana listelenenleri de.
... spor yapmaya geri dönmem lazım. Hoş gerçi, fazla uzaklaşmış sayılmam. Fitness geçmişim de uzun ve mükemmel başarılarla doluydu diyemem ama... Olsun. Dönecem!
... ileride yapacaklarım için (belki de) net kararlar vermem lazım. O zaman canım isterse böyle ederim, şöyle yaparım dediğim sürece olasılıklar öylece duruyor. Karar ver ve harekete geç Meliğke!
... gelirimi arttırmam lazım. Bak bu nasıl olacak onu ben de bilmiyorum.


Bunlar için öncelikle tezimi bitirmem lazım. Tezimi yazmadığım sürece keyif aldığım her şeye ara verdiğimi görüyorum. En önemlisi kafamı yastığa koyduğumda huzurla uyumam lazım. Hoş gerçi, kafamı yastığa koyunca huzurla mı huzursuzlukla mı uyuyorum inanın anlayamadan dalıveriyorum ya.

Hayatımdaki bir takım engellere rağmen çabalamakla uğraşmıştım bir zamana dek. Şimdilerde amaan benim de bu gerekçelerim var rehavetindeydim, ama olmuyor böyle. Daha doğrusu oluyor da, hiçbir şeyi değiştirmek için çaba sarfetmiyorum. O zaman artık, gerekçelerim bunlar çözmek için yapabileceklerim de bunlar deyip tekrar ekşına dönüyorum. Hatta başladım bile bir takım kararlarla. Mutsuz olma nedenlerimi besledikçe mutsuzluğu da besliyordum. Şimdi mutsuzluğum zayıflasın bakalım. Sıkı bir diyet başlattım!

(Yazar bunları yazıp gider miskin miskin televizyon izler :/ Şaka şaka, daha pazar kahvaltısı yapmadım ne televizyonu?!)

18 Kasım 2012 Pazar

Dolmuşmuş

Arkadaşla Seyranbağları Ulus dolmuşuna bindik, o yolda inecekti. E, indi de. Benim ilk defa kullandığım güzergah, etrafı incelemek, yolları öğrenmek istiyorum ama nafile. Yapyağmurlu bir Ankara günü. Camlarda damlalar aşağı doğru süzüle süzüle damlıyor, içeridekilerin nefesi buhar yapmış. camdan görünen görüntü hep puslu. İçim sıkılıyor. Bazı anlar bana lisedeyken, ramazan ayındaki oruç açma saatlerini hatırlatıyor. O saat yaklaşınca dersin ortasında kantine inilir. İster niyetli ol, ister olma. Sınıf leş gibi kokmakta, ısı yükselmiş, hava kararmış bir ders daha var ama artık dikkati toplayabilene aşk olsun. Hocaların boş vermişliği, artık ders saatinde laklak yapıp sınıfta löplöp yiyebilecek olmanın keyfi... Hayatımın en boş vermiş, en akışına bırakılmış anlarını lisede, sınıfta iftar saatinde yaşamışımdır. Sonrakiler genelde huzursuz eden anları yaşanacak ve bitecek diye seyirci gözüyle izlerken yaşadım sanırım. O dolmuşta da iç sıkıntımı kenara koymadan inene dek çekilebilir kılmaya çalıştım. Derken arabada iki yolcu kaldığımızı fark ettim. Birisi şoförün yanındaki tekli koltukta oturan gözlüklü bir amca. Herkesin günde en az bir kere gördüğü gibi bir amca. Tıngır mıngır giden dolmuşun nereden estiği belli olmayan rüzgarının bizi ürperttiği anda, silecekleri çalıştıran şoför yandaki amcaya söylüyor:
-Sıcak ve zenginlik iyi. Soğuk ve fakirlik kötü. Biraz sıcak olaydı, biraz da olaydı... Ne güzel olurdu.
Amca dönüyor, yüzünde böyle hafiften hayallenmiş bir ifade, bir minik tebessüm:
-Olurdu değil mi?

Başka şeyler de konuşuyorlar. Şöför 24 yıl önce gelmiş Ankara'ya. Hep şoförlük yapmış. Kamyon da taksi de kullanmış. Diyor ki "Kamyon şoförlüğü daha iyi aslında. Dolmuş insanı kandırıyor. Hani akşamları eve dönebiliyorsun ya..." 

Arada yolda birileri daha biniyor. Hemen şoförün arkasına oturuyorlar. Sohbet ülke gündemine dönüyor. Şoför de konuşuyor. 

İçimden oturup saatlerce konuşmak geliyor. Dayatılmış düşünceleri kenara koyup kendisi ne sonuca vardıysa onları söyleyen bir adam, sakin sakin tartışıyor, karşı sav mantıklıysa düşüncesini değiştiriyor, anlamaya çalışıyor. Artık çok kıymetli, az rastlanan bir şey olmuş böylesine insanlar diyorum, içimden. Son durağa varınca pıtı pıtı yağan yağmurlar altında yürümek için inmek üzereyken "kolay gelsin" diye olabildiğince içten bir şekilde sesleniyorum. Sanki sesimden anlayacakmış gibi kendisiyle ilgili temennilerimi. Sessiz bir seyirci oldum ama fark ettim ben sizi demek istiyorum, demiyorum. İniyorum, yürüyorum günler sonra da yazıyorum.

(Bunu o gün çektim. Çaktırmadan. Gizli. Evet. Ayıb.)

***
Kasım 4 itibariyle 25 yaşındayım Hayatımda belirlediğim bir baremdi benim için -ki aslında gereksiz bir belirleme-. 20'den 25'e hakikaten çok da hızlı gelmedik ama 25'ten sonra 30'a çok hızlı gelinir diyorlar. İzafiyet Teorisi aslında orta yaş bunalımını çözmek için yazılmış olabilir mi? Onu bunu bilmem. Sağlam zeminler istiyorum artık ben. Kaygan zeminlerde tutunmak için saplanıp kalmaktan yoruldum çok. Başkalarını tutmak için ellerimi topraklara saplamaktan da yoruldum. Kimse anlamıyor değil beni. Anlıyorlar. Sağlam zemin istiyorum ve kimseden beklemiyorum aslında. Tek başına tutunmak daha kolay. Böyle gamsız olacaksam, böyle olayım istiyorum. 
***


Bu baharki sel felaketini hatırlarsınız. Bu yukarıdaki kare de Sinop Türkeli'den. Yanda dere yatağı var. Selle birlikte bu duvar da çökmüş böyle. Gördüğüm an çarpıldım o görüntüye. Böyle çok şey aklımdan geçiyormuş da hiç bir şey düşünemiyormuşum gibi oldum. Birisi "bazı cümleleri sağlam zeminlerde kurmak lazım" demişti görüntünün üzerine (yazmıştı mı demeli?). Çok haklıydı. Çok. Olmuyor sonra. Dikiş tutmuyor. İnsan eti bu. Acıyor. Kanıyor. Daha canlıyken çürüyor. Olmuyorsa o duvarı yıkmak lazım. 

***
Hem zaten, gerekirse kamyon şoförü olurum ben.