Pages

19 Şubat 2011 Cumartesi

...

Blogtaki son postu girdiğim gün olmuş kaza. Ben iki gün sonra öğrendim. Bir gece vakti. Ağlaya ağlaya uyudum. Haber bekledim, iyi haberlerle sevindim, kötü haberlerle acı çektim. 10 yıllık arkadaşım, Ocak'ın 2'sinde "Baak, senden bir trafik kazası haberi duymak istemiyorum" dediğim arkadaşım, duran aracın içinde otururken aşırı hızla gelen bir araç çarptığı için yoğun bakımdaydı.

3 haftayı aşan bir süre Kıbrıs'ta yoğun bakımda yaşam savaşı verdi. Gitmeyi düşünüp gidemedim. Çaresizliğin ne demek olduğunu kafama kazıdım. Göremiyorum, bir şey yapamıyorum, görsem de bir şey yapamayacağımı biliyorum, korkuyorum... Kaybetmekten korkmayı böylesine yaşamamıştım. Bir gün, bir an facebook'ta "kaybettik" yazısını görmekten deli gibi korktum. Her gün sayısız defa baktım. Defalarca haber almayı denedim.Küçük, belki milimetrik gelişmelerle umutlandım. O kadar inatçı, o kadar yaşam dolu, o kadar genç birisi gidemezdi ki! Benim arkadaşım, bütün insanlara kırgınken yeni yılını kutlamayı istediğim 4 kişiden birisi olan arkadaşım... İyi yıllar dileğim gönderilenler kutusunda duruyor ve acımasızca bakıyor bana.

İş yerime geldiğinde oturduğu koltuğa bakıyorum, tam karşımda. Yürüdüğü yollara bakıyorum. Soruyorum, "Bu yollardan yürümüş kaç kişi yok artık?" Her sabah yürüdüğüm yolda onu düşünüyorum.

-Kaybettiğimiz gecenin sabahı, işe yürüyorum. Ağlıyorum. O yoldayım. Her sabah o yolda yürürken iyileşmesini istediğim, ya iyileşince büyük hasar kalırsa diye endişelendiğim adam artık yok diye ağlıyorum. Bir kız geliyor, "birlikte yürüyebilir miyiz, köpekler var da" diyor. "Bunlar bir şey yapmaz, korkmanıza gerek yok" diyorum, "Yine de yürüsek ya, çok korkuyorum" diyor. Niye ağladığımı sormuyor, rahatsız etmiyor. Kabul ediyorum, yürüyoruz. Gözlerimden yaşlar akıyor. Başka başka şeyler soruyor. Yolun sonunda telefon numaramı istiyor. "Belki" bir arkadaşım oluyor. "Hayat işte" deyip yine ağlıyorum. Hayat işte deyip yine toparlıyorum. Günlerim bu döngüyle geçiyor.-

Kocatepe'nin önünde buluşuyoruz eski sınıf arkadaşlarımla. Diyecek sözümüz yok. Tören saati değişmiş, erken gitmişiz. İlk bulduğumuz yere oturuyoruz. Epeydir görmemişiz birbirimizi, epeydir birbirinin görmeyen insanların klasik konuşmalarına yakın, konuşuyoruz. Gözlerimizle anlattığımız farklı. Söylediklerimiz sıradan. Bir süre sonra, artık daha toparlanmışken belki, onu konuşabiliyoruz. Acımızı biraz belki, daha çok isyanımızı.

Tören başlıyor zamanı gelince. Hava güneşli ama yerler buzlu. Bir tuhaf. Kırmızı bayrağın altında, o tabutta benim arkadaşımın ismi yazıyor! Tanıştığımız ilk yıl, defalarca unutup adının anlamını sorduğum geliyor aklıma. İsmini çok beğendiğimi düşünüyorum. İnanamıyorum şimdi orada yazdığına. Gerçek gibi değil, eşyaların incinmemesi için üretilen beyaz köpükler gibi her şeyin gerçekliği. Suni bir olaymış gibi. Yakışmıyor ki oraya o isim. Sol göğsümde iğneli olan fotoğraf bozuk olmuş biraz. Üzülüyorum. her şey yanlış ve hiçbir şey böyle olmamalıydı, biliyorum! 15 yıl sonra ne yapacağını bile konuşuyorduk biz! Şubat'ta Ankara'ya geleceğim demişti, Şubat'ta Ankara'da, Kocatepe'de! Aynı ortamda son kez olduğumuza inanmıyorum. Tabutunu taşırken askerler, basamakta birisi azıcık dengeyi bozuyor, ya çarparsa kafası diye düşünüyorum. Acıtmasınlar canını! Alıyorlar, arabaya götürüyorlar... Vedalaşayım, kabulleneyim artık diyorum, olmuyor. Her şey bir kurgu gibi. Arasam sesini duyarım gibi. Ya sesini unutursam? Hatırlamak, unutmamak için, zihnimde tekrar ediyorum. Ben acı çekiyorum ama, ailesinin acısı için de üzülüyorum. Hakkım değilmişçesine, ben daha ne hissediyorum ki diye suçluluk duyuyorum.

Aldılar, götürdüler arkadaşımı. Ağladım, ağladım ve sustum. Bazı insanlara hiç söylemedim bile. Paylaşmak istemedim acımı. Hala da bilince en dandik sorularıyla, belki umursamazlıklarıyla canımı yakacak kimseler bilmiyor.Anlayacak ama anlatacak dermanım olmayan kimseler de. Beni uzaklaşmış zannedenler bile var. O kadar saçma şeylerle uğraşıyoruz ki... Bunları görüyorum daha çok. "Amaan" diyorum, geçiyor gündelik sıkıntılar.

İnanamıyorum, en çok da inanamıyorum. Ne yani, bir gün kendi evimde hiç misafir edemeyecek miyim? Evlensem onu çağıramayacak mıyım? Hani olmazsa da olmazdı? Onun hep 23 yaşında kalacağına inanamıyorum. Yaşayamadıkları için üzülüyorum. Anılar akıyor gözlerimden. Pişmanlıksız, incitme hatırası olmayan bir ilişki... "Hanfendi" deyişinin tınısı hatırlamak istediğimde kulaklarımdan gitmesin istiyorum.

Şimdi nerede olduğunu anlamak istiyorum. Her şey burada bitmiş olmamalı! Rüyamda görüyorum. Kocatepe'de üşütmüştüm o gün. Boğazımın bir tarafı lenf bezlerim şişmiş, pek de şikayet etmiyorum. Boynumdaki şişkinliğe dokununca, ona dair bir şey diye düşünüyorum. Geçtiğinde, yine boynumdaki şişkinliğin yerine dokunuyorum, yine o geliyor aklıma.

Yasın süreçlerini biliyorum, yetmiyor. Kabullenmek güç oluyor. İnkar ediyorum ama bilmenin getirisi olmuyor. Bildiğimi biliyorum sadece. E, şimdi de hayat devam ediyor. Şimdi de kederli ve gündelik yaşama ayak uydurmuş Melike var. Neredeyse ilk günden beri. Parça parça yaşamlar ancak benim bir yaşamım ediyor toplanınca.

Rüyamda gördüm, huzurlu ve iyi olduğuna inandım Hep gülümseyen yüzü, yine gülümsüyordu.

Belki, insanlara diyebileceğim yegane şey; trafikte bencillik etmemeleri olacak. Belki değil, öyle. Allah aşkına, ya da hayatınızda bir şey aşkına ne yapabilirseniz, onun aşkına, başkasının, ötekinin hayatına zarar verme ihtimalini düşünün. Dikkatli olmak, kurala uymak bu kadar mı zor? Azıcık olsun düşününce 10 dakika geç gitmek bir yere, neye mâl olur ki? Kendinizi umursamıyorsanız, ötekini düşünün lütfen. Aşırı hızla, kuralsızlıkla yolun kenarında arızayla duran aracın içindeki 4 gence çarptığınızı, 23 yaşında bir gencin ölümüne sebep olduğunuzu, sevenlerinin tüm lanet cümlelerinin hedefinde olduğunuzu düşünün. Yaşamayın bunları, yaşatacak şeyleri yapmayın.