Pages

30 Nisan 2010 Cuma

belki bir biz olabilmek paklardı beni

kendimden sonraki nesilleri eleştirebilirim. kendimden öncekilere de.
sanırım darwin'in şu ara formu benim. aramayın artık gari.

90'larda çocuk olmak şeylerinin bir şeylerini hatırlamadığımı, hatta bilmediğimi itiraf edeyim ki aidiyetsizliğimi tarif edebileyim.
hangi çağda dünyaya gelmek istediğimi bile bilemiyorum.
belki de içi proteine dolan koaservant keseceği olmalıydım ben. hem adımdan çok bahsedilirdi. hem trafik derdi yok, arabalar kaza geçirmez, işe geç kalınmaz...

evet beim uykum var!..

"ya aslında şenlik zamanı bir çılgnlık yapıp serdar ortaç'a gitsek mi ehi ehi" demediler henüz. diyen olmazsa grubun şebelekliği rolünü üstlenip bu ulvi görevi yerine getireceğim.

not: hayır, spora gittiğim için hiç yorulmuyorum!!111

çağrışımlar çağrışımları doğurur, e peki freud'um nerdeğ?!


24 Nisan 2010 Cumartesi

teşekkürler

umut'a teşekkürler. bir sürü uğraştı blogtaki bişiler için. jdskfhhs canım böyle teşekkür etmek istedi. bir nevi copybilmemne, bir nevi etik kaygılar falan.
tamam önce kendi blogu için öğrendi, benim için azıcık uğraştı ama olsun fnmhsdfkj umut candır. bu kaddar.

22 Nisan 2010 Perşembe

bir şey diyecektim ama, dağıldım yine ben.


eskiden gönderilmemiş mektuplar varmış ya, işte şimdi de gönderilmemiş mailler ile mesajlar varmış.
ancaak ve ancak, bunlar tüketimi kolay imhası daha kolay şeyler olduğu için kimseyi yıkmaz, yaralamazmış. hatıra diye saklanmazmış.

siz de düşünür müsünüz, bu çağda yaşayıp korkunç hikayelerin bahtsız kahramanları olarak anılacağımızı? aslında hemfikirim geçiş dönemi kaybı olduğumuz fikriyle ancak neye geçiş dönemi onu hala bilemiyorum ne yalan söyleyeyim.

yarın tatil ve ben esniyorum. bazen, insanlardan, ama benim hayatımda olanlardan, çok bunalıyorum. yüzümden de tavrımdan da belli olur, bazen alenen de söylerim. daha çok bunalırım akabinde. şımarıklık - ki umut'a göre şımarıklık değil bu, başka bişi- yapıp "yeteeeer rahat bırakın beni" diyesim, hatta bağırasım var. diyelim ki bağırdım, zincirlerimden kurtuldum ve yaptım, insanlar " aaa noldu melikeeeğ?" diye gelecek, yine bunalacağım. daha vahim olansa kimse "ne oldu?" demezse, "kimse beni sevmiyormuş zaten ühü" diyen salak bir kız olacağım. bu döngüde bir yerde hata yapıyor olmalıyım ama nerde? belki de insanlar kredilerini tüketene dek olan kabulümde, kredilerini sonsuz sanıyorlar. düşüneyim ben bir ara.

şdlasdişl kafam karıştı. hakikaten. demek ki neymiş? bu bölümün sonuna gelme vakti gelmiş.
"her son bir başlangıçtır." klişedir ama candır. buraya iyi gitmez ama yazayım ben yine de.


http://fizy.com/#s/1ahgyd

17 Nisan 2010 Cumartesi

proce

ben bugün psikologanım olup eğitim verdim. boğazım çok acıdı konuşmaktan. ama eğlenceliydi.

öğretmenlerin yaşadığı ruh haliyle empati yaptım yahu. orda 40 kişi sana bakıyor, dahası hepsiyle göz iletişimi kurmanıza imkan yok akdlhdas denemedim değil ama, yok, ilgiyle dinleyen öndeki amcalardan fazlasıyla göz teması mümkün olmadı.

sunumlarda da ciddi olamayışım buraya da yansıdı, en son elimi kaldırıp dua ederek insanları yok edemeyeceğimizi anlatıyordum. keyif almadığım bir süreçten karşıdakiler de keyif alamaz diye düşünüyorum.

not tutanlar da oldu, bitince çok faydalı oldu dediler mesela. (egom burda şeyyoldu)

burayı da günlük gibi kullanmayacağım aslında ama çok içimden geldi bir kaçtır, tutmadım kendimi. zaten alabildiğince şeffaf olamıyorum. bir olsam yer yerinden oynar:P

bir de... düşündüğünden akıllı ve farkındayım sanırım. zamanı gelirse soracaklarım var. keşke gelse. gelmese de mesele değil.
aman yahu, esas meselem babam aslında. hayatımda tek değiştirmek isteyebileceğim şey belki de. bazen geçmişten ve koşullardan hiç bir şey değişmesin ben seviyorum her bişeyi laylaylom insanı olsam da tüm yaşama arzumu kaçırabiliyor bu adam. bir de üstüne insanın babası hakkında böyle düşünebilecek durumda olması en acı diye düşünüp iyice hüzünlü bir kimse oluyorum.
acaip şey hayat. hele ki insanlar. ben de acaibim hıhı.

15 Nisan 2010 Perşembe

vapurlar falan...

bugün bir kuş öldü.
her gün binlerce kuş ölüyordur.
her gün binlerce insan zaten ölüyor.
şahit olunan hep en acı geliyor işte.

birden yere düştü güvercin. yaralı sandım alıp kenara koyasam mı diye durdum. kuşun can çekiştiğini fark edince hiç bir şey yapmadan bakakaldım. hala kenara alsam mı acaba derken eylemsiz kaldım. iki adam bir şey taşıyarak geçiyorlardı, bir kuşa baktılar, bir bana, sonra "cık cık cık" deyip geçtiler. iyice afalladım. bir canlının ölümünü aptal aptal izliyor olduğum gerçeği da dank etti. güvercin de nefesini verip son anlarını yaşıyordu. yürümeye devam ettim. evet, kafamı geri çevirmeden duramadım. ama gittim.

sonra gittim. film izledim güldüm. şimdi de hüzünden ziyade hayat işte düşünce alt yapısıyla yazıyorum. ilk başta üzgündüm. şimdi tuhaf.

bazen böyle kafamın dağılmasına sinir oluyorum. en hisli duyguların asil insanı olmaya da uzağım sanki ama.
neyse.

13 Nisan 2010 Salı

ayh!

"mutsuzluk tanımları: tanrı olamamak"
-who cares

etik bir davranış yaptım ve alıntıyı da kuralını uygun bir şekilde yazdım efenim.
sahiden muktedir olamamak, değişmesini çok istemenin değişmesine sebep olmayışı, kısaca çaresizlik, insanı o kadar mutsuz kılıyor ki. iğneyle kuyu kazacağını bile bile, bunu yapınca hiç bir şey olmama ihtimaline karşılık yine de bir şey yapma çabası ve arzusu... belki bir minik değişiklik bir başkasının hayatında çok şey demek olacak?

her gün bir başka acaip.

bugünün bir dersi birini beğenince yüzüğüne bakma gereğiymiş. öyle karar verdi h. kişisi.

ayrıca ego işlerini melih'e bırakmak lazımmış. e bu da manalı.

bir de, melih demişken, ona olan hıncımı zavallı metro bilet gişesicisinden çıkarıyorum. "1 öğrenci" dedim. "tekli yok ikili satılıyor" dedi. "bir tekli bir ikili satıyorsunuz yea alla alla" gibi bişi dedim. gerçi "alla alla" kısmı yoktu sanırım kfjsjfş. adam da "ayrıca öğrenci bileti almak için paso lazım" dedi. pis uyanık, kendince pasosuz yakalayacaktı. "pasom olmasa öğrenci istemezdim zaten, bakın" deyü pasomu gösterdim. gözlerini açıp "tamamm ya" dedi. onu burdan kınasam gıcıklık yapmış olur muyum? olmam değil mi? (: neyse zaten şunu yazarken sinirlimsiydim. arada dalınca cümleyi bitiresiye geçti minimal düzeydeki öfkem.

evet ya. bence ben böyle daldan dala atlamamalıyım.
geceler iyi.

12 Nisan 2010 Pazartesi

sayrılık

sıradan bir pazar.
insanın kendine karşı verdiği en büyük savaşın egolarıyla olduğunu düşünüyorum kimi zaman. ama işte tutarsızlık bu. bazen de vazgeçiyorum.
*** (oy bu yıldız atme mevzuu sardı beni)
temamı değiştirmekli oldum. şöyle bir bakarken 14 seçenek arasında kaldım. bakmayı durdurdum zira o 14, 14 ile kalmazdı. 14 tane blog açsam ancak içime sinerdi, zira çok tatlı temalar var. yazmaktan ziyade bakarım öyle melül melül bloga, o denli tatlı yani.
***
eti browni intense yedim. hayatım değişmedi. ben yine de ikna olmadım. hani ekşi'de o kadar yazınca, değişmesi lazım dedim. yılmadım, bir daha bir daha yedim. yok olmuyor, kaç oldu bu hala olmuyor! biraz daha devam edersem bu değişiklik ancak tartıda olacak :(
***
lenf düğümlerim şişince anatomi bilgim artıyor. nerde ne var bilemediğim lenfleri sürekli dokunarak kontrol ediyorum. e napim, bastırınca parmağımla daha az acıyor.
o değil de, ilaçlarımı unuttum yine. ilaç kullananabilmek bir kişilik özelliği olmalı.
***
yarın iş var.
uyumalıyım.
uyudum ben.

11 Nisan 2010 Pazar

bed.

yeni bedduam browni intense tapkını sevgilin olur işallah olacak. hıhı. var mı canımı sıkmayı göze alan?

10 Nisan 2010 Cumartesi

Profesyonellik

mühendisler hakkında atıp tutarım mütemadiyen. artık bir eğlence haline gelmişti hatta. şöyle odunlar, böyle kütükleri, kıymet bilmezler, zaten asosyallermiş de falan filan gibi negatif yaftalarım var tabii :) hani bilimsel kanıtı yok da, işte eski sevgili hatırası diyelim. aynı dönemde bir arkadaşla "mühendis"lerden çekince, internet deryasında oltamıza takılan "sevgi anlaşmak değildir, mühendis de sevilir" temalı geyiklerden de gaz alarak anti-mühendis akımı oluşturduk. e tabii ufak tefek eğlenceli örnekleri olmadı değil. "ahaha gördün mü bak? biz demiştik" denilir cinsten. öyle ki umut jeoloji mühendisi olmaktan vazgeçip yer bilimci demeye başladı kendine. (lsjdaldjasdh) (çok içimden geldi)

görüşmemde, danışanla çocuğunun mesleki eğilimine geldi konu. (etik ihlal yapmayacağım heyecanlanmayın). çocuk sayısalcıymış bazı özellikleri varmış. içekapanıklık gibi mesela (bu tip şeyler işte, detaylandırmayacağım) sonuçta, tam mühendislik okuyacak çocuk dendi. birden kocaman bir sırıtmayla bakıverdim. (iç ses: yaşasın! fikirlerim onaylandı!) sonra "yaa tabii ki mühendisler hakkında var bazı önyargılar ama tabii önyargıdır sadece hedehöde" bişiler dedim. içimden onaylamak da gelmedi değil anlaşıldığı üzere. yine de tuttum kendimi ki bir gün bunu söyleyeceğim söylense kesin bir mühendisi kırmışımdır da düzeltmeye çalışıyordumdur derdim :P

şimdi fark ettim de, görüşmede olan komik şeyleri kendi kendime hatırlayıp gülebilme hakkım var, zira etil ihlal olmaksızın konuşmak epey zormuş.
öyle yeaa.

ay yazdım da yollayasım yok.

7 Nisan 2010 Çarşamba

her neyse

kırmızıya bayılmıyorum ama arada esiyor, kendimi iyi hissetmeye ihtiyacım varsa kırmızı giyiyorum.
***
bir gün dolmuşta uyurken kafamı yanımdakinin omzuna koyup uyumaya devam etmekten korkuyorum.
***
ağzımdaki aftlara isim taksam acısı azalır mı? plasebo etkisine yeni bir boyut getireceğim sanırım.
***
başkalarının çektiği aşk acıları da içimi acıtıyor.
***
psikoloğa gidenlere imreniyorum.
***
böyle 3 yıldızlı yazmak da istemiyorum. yılmaz özdilvari oluyor.
***
ya işte böyle.
çevirme var ileride, döneyim ben.

6 Nisan 2010 Salı

öyle böyle.

Çocuklar ara sıra odama geliyorlar. acaip bir kitle psikolojisi örneği bu yaş grubu. hatuncuk ayakkabasını çıkarınca küçük adam da çıkardı. zaten en büyük keyifleri benim sandalyamde oturmak. geçenlerde hatuncuk geldi odama, hadi geç bir yere otur dedim, şirin şebelek baktı, "oraya oturcaam" deyip geçti benim sandalyeye. biliyor zilli tabii benim güleceğimi.

şimdi bu çocukların okula başladıklarını görecek miyim? belki bundan yıllar sonra haberlerini alacağım, belki bizzat tanık olacağım. şimdi tanık olunan benken, ben sizin çocukluğunuzu bilirim veletler diyeceğim? der miyim ki? ahahaha derim. yaptıkları rezillikleri de anlatır, kırmızı kırmızı şirin hallerine gülerim.

***

çocukların aşık olacağına inanmazdım. ama sanırım oluyor. can diyormuş ki (burdaki erkek velet değil) "herkesi çok seviyorum ama ışık'ı bir başka seviyorum", "anne ışık'ı düşününce içim acıyor. kalbim kötü oluyor. çok özledim ben". ışık kreşten ayrılmış çünkü. çok hüzünlüymüş can. ağzından ışık düşmüyormuş. aşkı yetişkinlere özgü zannediyordum ama şimdiye dek gördüklerimin çoğundan daha temiz ve daha derin bu yahu. seviyor ve söylüyor. bu kadar. özlüyor. herkesten başka sevmek nedir ki 5 yaşındaki bir çocuk hissetsin? biz daha "ımm şey yani bilemedim farklı kem küm" diye zırvalarken...

***

bir yıl aradan sonra, eski bir dosta, ya da bir dost eskisine azıcık dert anlamak ilginç bir şey. aslında yaşadığımız neyi ilginç algılamıyoruz ki?
bir yılda biriken ne varsa, en kırıcı sözlerden davranışlara, öfkelerden üzüntülere oturup karşılıklı konuşmak açık açık, hiç önemi yokmuş gibi, başıma şu geldi diyebilmek duygulardan arınık, "ben sana çok kızdım", "ben seni kırmak istedim ve kırdım, canımı çok yaktın" diyebilmek... büyümek mi? büyümek değil de aslında belki olgunlaşmak. yaşıyorsun da anlamlar sonra geliyor. bir yıl önceki kendime baktım da, yazık lan dedim. neden ne yaptığımı kimi zaman o öğleden sonra onla karşılıklı otururken anladım. anladığımı da anlattım. insan hafifliyor işte. "yine eskisi gibi olmasın, beni çok boğmuştun" diyebilmek aslında çok mucizevi.


***

"olm, senle çapkınlık turuna mı çıkacağız?" diyor. bakışmayı beceremiyor oluşum yıllar yılı bu kızın içine dert oluyor. hayatımda duyduğum en hoş metaforlardan biriyle çıkıyor karşıma. birini beğenmek ve tanımak üzerine bu metafor. hani korkulu ya da sadece beğeniyor olmaya takılı kalmış kız tribinin karşısında söylenir cinsten söyledikleri. çok tatlı. hani bir kıyafeti de vitrinde beğeniyoruz, içeri girip deniyoruz, olmuyorsa almıyoruz, olursa düşünüp öyle alıyoruz ya... öyle işte, beğenilen kişi varsa şayet, o işte, kıyafet oluyor. e siz de vitrinde görüp beğenen kimse.
tek ihmal ettiği şey, vitrindeki kıyafetin de alıcısını seçme olayının olduğu.
yine de çok tatlı.

***

elimde çeviri. ben aptal aptal yazıyorum. aptallık yapmaya nasıl ihtiyacım var aslında. yok çılgınlık demiyorum. yani şu an şu eyleme ihtiyacım var. bilmeyecektim, istemeseydim. yalanlardan ya da yalanımsılardan sıkıldım. vaktinde demişti ki bir ilginç insan "ben sana yalan söylemedim ki, sadece hiç bir şey söylemedim. annemin emekli olduğunu biliyor musun? hayır, bunu sana söylemedim diye yalancı mıyım? hayır." ara sıra hiç bilmemeyi yeğlediğimi düşünsem de bilmek daha iyi yahu. hele ki sevgilisi olduğunu söylemeden senle sevgili olmaya kalkan biri varsa karşında, sen de bilmeyi yeğlersin değil mi? hee! sen. vaktinde demiştim, hakikaten çok geçmiş bunun üzerinden de. o zamandan beri, güvenmekle güveniyor gözükmek arasındaki ayrımlarda gidip geldim. yok karşı cins ilişkileri değil mesele. hani bazen, doğru söylemiyor ama neyse, bana ne, insan bu ne de olsa diyen bir boşvermişlikle dolaştım. sonra ne oldu? sadece farkında oluşumu da yanıma aldım.

***

insan bazen bana daha bir şey olmaz, daha ne kadar kırılabilirim ki diye düşünürken, bazen o kadar incindim ki, çok daha fazla hassasım artık. kendimi riske etmeye korkacak kadar hassasım diye düşünür oluyor. bir öyle bir böyle.
sonuç?
sonuçsuzluk da bir sonuçtur. karar alınamayan toplantılar gibi.

***

kaç yaşımı özledim diye düşündüm de bilemedim. belki bundan yıllar sonra 22 yaşımı özlerim.
bir daha 22 yaşında olmayacağımı biliyorum. e ben napıyorum? dünyanın yükünü almışım gibi sırtımda bir ağırlıkla dolanıyorum. feragat ettiğim şeyleri tercihim mi yoksa zorundalığım mı diye yargılıyorum. e ama biliyorum, her eylemimiz sebep sonuç ilişkisi içinde yer alsa da sorumluluğumuz altında. değiştirmeyi istememek de tercihtir, çaba göstermemek de.

***

şimdi ölsem nolur ki diye düşünmeyen ve düşünen kaç insan var merak ediyorum.
böyle düşününce yaşamın kıymetini mi anlıyoruz yoksa ölümde vaad edilen huzuru mu arzuluyoruz? bildiğim hep bu sorunun yorgunken aklıma geldiği.

***

insanın kendine acımasız olması da kötü azizim. tükendim demek için sahiden tükenmen gerekiyor evvela. çok yoruldum ama pili şöyle bir hareket ettirince yine çalışırım deyü ittiriyorsun kendini. e ama çok yoruldum artık ben. bir güzel günde, umut dolu bir çocuk sesinde hemen hayat süper aslında diyor oluşum toparlıyor sanırım beni. bilemedim beni, bilemedim bunu.

***

akşam vakti kampüsteki kantinden çay almamam gerektiğini ne zaman öğreneceğim? tabii ki bayat oluyor. bayat çay da insanı mahvediyor. 2 saat sonra hala mı fena olur insan?

***

derste konu evlilikti. yok ders bitti ama konu evlilikti. zira dersin adı istatistik. hoca aslında pek haklıydı. ancak kendini güncellese fena olmayacak.
bir de aşık olunca görürüm sizi deyişi ise çok tatlıydı. 50 yaş üzeri bir insanın aşkı yüceltmesi her daim hoşuma gitmiştir.


***

evet, bu gecelik çevirime başlıyorum. evvelinde naptığımı ise cümlelere dökemiyorum. bazen bazı şeyler pek anlamsız gözükebiliyor.

fin.