Pages

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Yazın Son Günü


Meğerse yaz bitiyor artık sonbahar denilen mevsime geliyormuşuuuuz. Ya da bence kavuşuyormuşuz.

Çok severim sonbaharı. Ne hüznün mevsimi, ne ölümü çağrıştırır, ne içimi karartır.

Sabahları uyanması keyifli oluyor sonbaharda. Yazları yataktan çıkasım olmuyor, günün en serin saatinde uyanmak zorunda olmak çooook sinir bozucu oluyor. Kışları o sıcacık yatağı bırakmak hele ki gün aymamışken, hepimizi sinir etmiyor mu? Sonbaharda böyle olmuyor işte :)

Kuru yapraklar var ya... Salt onun için bile değer. Tamam belki estetik görüntüleri de değil çıtır çıtır yaprakların üzerinde yürümenin hazzı daha etkili :))) O sarı manzara, hafifçe esen rüzgar, yakmayan ama insanın içini bir hoş eden güneş... Hmm bu koşullarda sonbaharı aşka bulayıp bu güzelliği paylaşacağınız birinin varlığı da olmalı demeliyim aslında. Negzel değil mi? :))

Kim demişse sonbahar doğanın ölümü diye... Tamam biraz öyle, sembol olarak öyle diyebiliriz ama... E ölüm de insana çok şey öğretir. Bilhassa ölen biz değilsek. Gerçi ölen bizsek öğreteceği şey çok daha fazla ama bu, bu yazının konusu değil.

Küresel iyice ısınsa tek mevsim kalsa hatta sonbahar olsa derdim... Ama demem, vazgeçtim :) Dünyayı pis hayallerime alet etmemeliyiim :))

http://fizy.com/#s/1aix3p

Bir Sonbahar Vurgunu vardı, n'oldu ona? Belki anlatacaklarım vardı.

27 Ağustos 2010 Cuma

Ömrümüzün Baharı

Dün sabah işe doğru koştururken -ki artık yavaş yavaş yürüyemiyorum sabahları- bir çift gördüm. Yaşlıca bir karı koca, taze emeklilermiş gibi geldi bana. Ne oldukları mühim değil zaten, kendimce yorumladım da sempatik bile buldum. O an bir cinayet işlemek için o mesafeyi yol alıyor olsalar bile bence sabahın köründe yürüyüşe çıkmışlardı ve çok tatlılardı. Ha tabii böyle düşünmemde eşofman giydikleri gerçeği de pek etkili.

Neyse efenim, nereye gelecek idim... Ben bu çifti gördüm, bir yandan koşturmaya devam ettim, sonra karar verdim; ben de yaşlanınca böyle yürüyüşe çıkmak istiyorum! Böyle derken eşim dediğim bir kimseyle yani adklhsdh Gerçi kimilerine göre -ki biri de Umut danasıdır- 18 kediyle, tek başıma yaşıyor olacağım ve kitaplarımla mutlu oluyor olacağım sadece ama... Neyse!

Her ne kadar evlilikfobik olsam da tüüüüüm sıkıntıları atlatıp sabah yürüyüşüne çıkabildiğim bir evlilik cazip geldi. Sırf bu yüzden evleneceğim belki de dsjlkfj Gerçi, haftanın son günü, iyice geç uyanma hayalleri kurarken, hele bir de yaşlanınca sabahın köründe kalkacağımı düşünmem az ironik değil ama... Acaba dünyayı gezelim yeaa mı desem? Yok ama, küçük hedeler de insanı mutlu etmeli lsdkjjsa

Düşündüm de, ölmediğim takdirde nasılsa yaşlanacağım. (ne ilginç! djklsfjs) Çoğu insan gibi evli de olduğumu varsayalım. Bir gece gençliğimi düşüneceğim, "Aaah aah" diyeceğim. Pişmanlıklarım da olacaktır bir miktar, sonra kendimi ikna edeceğim, "Yine de güzeldi lan" diyeceğim. (Heeey! Hiç yaşlı bir kadına yakışıyor mu 'lan' falan kljasj) Ölmekten korkacağım, kaybetmekten. Belki kaybettiklerimi anacağım -düşünmesi bile ürkütücü-. Her acı zamanla azalıyor sahiden diyeceğim belki, belki özlediklerimi hatırlayacağım. Ellerimde çoğalan yaşlılık lekelerini ilk gördüğümde nasıl üzüldüğümü hatırlayacağım. Sürdüğüm onca kreme rağmen -biliyorum kendimi sürerim jksajld- kırışmaya dur diyemediğimi göreceğim (Bu yazı benim ruh sağlığımı bozacak ya neyse kldjsk). İşte böyle biraz tatlı anıları bile hatırlarken hüzünleneceğim, sonra gençken yaşlılığım hakkında düşündüklerimi hatırlayacağım. Sonra "Ben böyle bişi yazmıştıııım" diyerek açacağım o çağın bilgisayarımsı hedesini, okuyacağım. Kesin ağlarım dkljasj Sonra "Evet yaa! Biz niye hiç sabahları yürümüyoruz ki?!" diyeceğim, biraz daha zırlayıp uyuyacağım. Hala başımı yastığa koyar koymaz uyuyabiliyor olacağım.

Sonra sabah olacak! Korkmayın, burada öldürmüyorum kendimi dsjdhas hiç sevmem mutsuz sonları, kaçınılmaz bile olsa! :)

Hah! Uyanacağım sonra, sabah erken saatte. Saçlarım daha az ama yine kızıl olacak. Hem beyaz saçın üzerinde kızıl boya şahane duruyor diyorlar kljfsdjfj Şahane olacak rengi, evet. Saçlarımı toplayacağım, sporu bırakmamışım, dikkat emtişim (ver gazi kendine Melike sdkljasj) fit bir yaşlıyım (Kocaynan yapılan sabah yürüyüşü spordan sayılmaz!). Gideceğim kocam olacak adamı uyandıracağım:
-Canııım, uyan hadiii! Kalk yürüyüşe çıkalım (Kaldıysa olanca şirinliğimi kullanacağım dljks)
+Hıı? (Uykulu uykulu bakacak, kesin içimden şefkatli bişiler geçecek)
-Hadi uyan yaa! Canım hadi yürüyelim, aaa uyunur mu böyle! Uyan, yürüyelim sonra şahane bir kahvaltı yapalım hadi!
+Yaaa nerden çıktı buu?! Yine nerden ne geldi aklına :/(Yuh hayalimde bile adamı bezdirdim galiba dklj)
-Geldi iştee, kalksana artııık. Niye gelmiyorsun?! ÜhüühüüÜhü! Gençlik hayallerimi yıktın be adam!
+Ne hayali yaa? Yine niye ağlıyorsun? N'aptım ben yaa! Yok yok, hayallerinin tamamını anlattırmadan kimseyle evlenilmemeli! Valla bak!
-Geliyorsun değil miii? (Yaşıma başıma bakmadan şımarıyorum evet djkls)
+Tamam, tamam. Geliyorum tabii ki(Mutlu son! dsdas)

Yok be vazgeçtim, ben şarap gibi bir kadın olacağım! kfjlsdj

O değil de, yazarken ben o yaştayken annem hayatta olmayabilir diye ağlamaya başladım ya... Evet, olmayabilir demek istiyorum sadece.

http://fizy.com/#s/1aglvs

not: iletidir de.

24 Ağustos 2010 Salı

Nadas

Ektim, biçtim. Kazandım, kaybettim.
Bir süredir kendimi nadasa bırakmıştım. Geçen hafta sanırım en boşladığım hafta idi. Spora bile hiç gitmedim ki haftada ortalama 2 kere gitmekten vazgeçmiyordum. Bu hafta da akşamları evde olmam gerektiği için gitmeyeceğim. Hamlamam umarım. Gerçi evde de spor yapabilirim biraz. Pilates topuyla n'apacağımı tam öğrensem mesela :))

***

Annem elini kesti, dikiş atıldı. Şimdi ağıryor sadece. Pansumana her akşam beraber gideceğiz sanırım. Annem birlikte gitmek için beni seçiyor tuhaf bir şekilde. Tamam diyorum. Utku da peşimize takılıyor, böylece annem bir çocukla iki çocuk vurmuş oluyor.

***

3 yıllık bir hedeye son verdim. Öyle olması gerektiğini düşündüm ve karar aldım. Bir şeylere bağımlı olmak o kadar korkutuyor ki zaten, çekip gitmem gerektiğini düşündüğüm zaman duramıyorum.

***

Bu hafta için kararlarım var ama tam başlayamadım. Ufak ufak bişiler yapıyorum da, bakalım bakalım.

***

Bir hikaye yazdım. Canım hikaye yazmayı çekti ve Umut da aklına gelen şeyi yaz diye dürtünce, yazarım be dedim yazdım. Üzerinden hiç geçmeden 3 kişiye okuttum. Fikirlerini öğrenmek istedim ham halleriyle. İki kişi eleştirdi, güzel de oldu da bir kişi eleştirmedi. Ona sinir oldum ("Haaa!" dediğini duyar gibiyim:)). Aslında eleştiresi yoksa ya da diyecek bir şeyi beklememem de gerekirdi ama çok önemli görerek yollamıştım. Kötü hissettim kendimi.

***

Demin telefonla konuştum annemle. Çok nazik söyler bazı sözcükleri. "Online" dedi ama "onlâyn" şeklinde.

melike: Bir daha söyle! (Sevgilisine seviyorum dedirtmeye çalışan salak kız tonlamasıyla)
annem: Ne o? Tahrik mi oldun?
melike: djsjfsdfksdflşkaj! Telefona üfle ve bana onlayn de!
annem: jsdkljfkdjdkjf! Onlâyn.

E anne, ciddi ciddin bir yazı yazacaktım ben! N'aptın sen?!
Not: Diyalogtaki random gülmeler kahkahadır.

***

Yok bu yazının sonu.

17 Ağustos 2010 Salı

99

Sanırım şu ülkede olup da 99 depreminden etkilenmeyen kimse yoktur.
Herkesin bir 99 anısı var, çoğumuzda kalan deprem fobisi.
Bir kısmımız sokakta yattı, bir kısmımız saatlerce yakınlarına ulaşamadı.

Ölenler ve yakınlarını kaybedenler var ki, esas acının sahibi olanlar da onlar.

99 depreminde İstanbul'da idim ve bir hafta sokakta kaldım. Tabii ailemle birlikte. 12 yaşımdaydım. On iki. Çocuk yani, ergen bile değil. Yok, hayır deprem anılarını anlatmayacağım. Okurken bile içime bir ağırlık çökerken bunu yapmak istemiyorum. Sadece geçen zamana şöyle bir bakmak istiyorum. 11 yılda neler neler olmadı ki?

Hepimizin, acıyı doruğunda yaşayanlar hariç hepimizin zihninde kocaman bir dehşet var, hatırladıkça tetiklenmesi mümkün olan. Bu dehşete rağmense yeni dehşet dolu ve üzüntülü vakaların olabileceğini biliyoruz. Ne yapmalıyız? Bir şeyler yapması gerekenler kim ve neden hiç bir şey olmuyor? Neden bu ülkede bu atalet var? Yeni yapılanmalarda ne değişiyor ki?

Aç kalmama ya da daha fazlasını elde etme derdine o kadar düşmüşüz ki, hayatta kalmak için gerekli koşulları ihmal ediyoruz. İnsan canından daha önemli bir şey var mı? Sayıyla ifade etmek kaybedilen canları ne de çok uzaklaştırmış bizi kendimizden. Oysaki o listelerdeki bir eksik bile bir dünya ve bu dünyayı çok önemseyen bir sürü insan demek. Ötesi yok ki, bir eksik bile çok şey demek. Bazımız için her şey demek.

Yakınlarım ve kendim için korku içinde yaşamak istemiyorum, kimseyi abuk sabuk ihmalkarlıklar yüzünden kaybetmek istemiyorum. Kimse istemiyor ve kimse n'apılacağını bilmiyor.

13 Ağustos 2010 Cuma

Metaforcuu geldii hanııım! Aforizmacı da geldiiiğ!


Bulaşık insanız ya, "of siz erkekler hiç anlamıyorsunuz :P" dedim Umut'a.

O da "Slm pls asl?" de.. Demedi tabii ki :)

Umut da dedi ki, kadınlar için, siz derken onları yani bizleri kast ederek, "Anahtarı öyle bir saklıyorsunuz ki bi daha bulunamıyo". Beni cinsiyetimi savunmak zorunda bıraktı. Bunu dedi ve savaş baltalarını çıkardım gömdüğüm yerden! Dedim ki, "Önce anahtar sunulur yeğen! sonra o anahtar göle atılır, yapılabiliniyorsa o anahtar gölden çıkarılır kilit değiştirilmeden!!!111"

Kimse durduk yere atmıyor göle anahtarları. Kimse o anahtarın aranmasını ve bulunmasını beklemeden kilidi değiştirmiyor. Belki tarafımdır. Tarafım nan tabii kdjlaskldj Elimde olmadan yani :) E genelde aramaya bile üşenip o anahtarı, sonra aramak için ideal zamanı kaçırıp sonra da anahtarı bulunca "Her şeyi yaptım, dedim bana mısın demediiiğ o zilli?!" demenin manası yok. Diyorum size, bu iyiliğimi unutmayın fjhsdkfh İdeal kilit açma mevsimi var her ilişkide, kaçırmayın bunnarı.


Haa! Umut mu ne dedi? Aynen şunu dedi;
"Mesele o değil yeğen mesele eee... O kadar ağır bir aforizma koydun ki şu an aklıma bisey gelmio :/"

Diyemez başka bişi tabii! Güldürükçü şey!

7 Ağustos 2010 Cumartesi

otizm

http://video.mynet.com/aloomaloo/Otizm-Nedir/640052/641f2936fa413ae5c00a9ec3f29dfc26?utm_source=mynet&utm_medium=www&utm_campaign=home_video_video_3

5 Ağustos 2010 Perşembe

Neva


Eğitimin almadığı cehaleti göster deseler göstereceğim kitap.

Tuhaf bir şekilde efsaneyedi bu kitap. Popüler değil ama efsane. Neva da "Lan ileride kızım olsa adı da neva olsa" dediğim için zaten dikkatimi çeken sözcüklerden biriydi. Karşıma eski baskısını alma fırsatı da çıkınca, aldım, okudum. Evvela sardı ama, ah şu güdülmeyen edebi kaygılar! Ya, her şeyi geçtim, bir editör el ataydı. Noktalamayı, anlamsız cümleleri falan düzeltseydi? Yani düzgün türkçe kullanmak edebi kaygı gütmek değildir ki. Okurken yoruldum ciddi ciddi. Bir de bunu yazan hekim, hem de kitapta betimlediğine göre çok okuyan bir hekim. Demek ki neymiş? her okuyan, iyi eğitimli olan düzgün yazamazmış. Üç nokta edebiyatı olmuş yer yer ":/"

Her zamanki gibi, spoiler okumaktan geri kalmayıp sonunu bilerek okudum. Eşeklik ama... Okumasam daha mı iyi olurdu bilmiyorum. Kitaptaki sonu ve gerçek hayattaki sonunu bildiğim için Kayıp Balık Nemo izlerken dahi ağlayan ben ağlamadım. Sadece ama sadece öfkelendim. Hem de çok öfkelendim.

Ne ılgın'ı ne de neva'yı sevdim. Yahu insan acı çekmeye bu kadar mı istekli olur? 20 yıl tek başına değlimiş gibi, kendine zarar verenden bir kurtulamama hali falan? Neva gibi arkadaşım olsa, her gün başının etini yerdim "nasıl bu kadar pasif, çaresiz olabiliyorsun" diye. Ilgın gibi arkadaşım olsa... Olmazdı sanırım ya. bu mentalitedeki birisi bana dayanamaz, ben de ona dayanamam.

Kitabın ilk kısmında da, hatta büyük kısmında da pişmanlıktan öte yazarın kendine hayranlığı olduğunu, pişmanlıktan çok kendini anlattığını düşünüyorum (ehehehe okuyup buna da sinirlenir belki, 'Anlamamış peeeh! Zamane genci işte, aşktan ne anlar?!" der skdlasda)

Kıskançlık sorunu olanlar okumalı. Patolojilerini uzaktan görme fırsatı verdiğine eminim. Yok artık, bu kadar saçma düşünüyor olamam deseler kâfi.

Bir kitap okudum, öfkem depreşti. Ee bizim de var hatıralarımız şdlşdkdflkf

Not 1: Sözlük'te de iletidir.

Not 1,5: 3 farklı kapağı varmış. Ben siyah beyaz kapaklı ilk baskıyı okudum ama yarım kızlı (ehehe) kapak daha hoş geldi. Eee bunu da demezsem olmaz, her şeyi bitti, kapağını eleştirmesi kaldı kdjasjd!

Not 2: Bir diğer ihtimal de Dublörün Dilemması'ndan sonra ne okusam "tırt" diyecektim :/

3 Ağustos 2010 Salı

Satış Taktiği

Bilmem kaç faktörlü güneş kremi beğenilir, sorulur fiyatı. "Hmm çokmuş" denilir. Adam güneş kreminin özelliklerini anlatır. "Hem siz beyaz tenlisiniz, lazım" der. "Güneş lekesi kötü bir şey bakın burnunuzda minik bir leke var" der. Anneyle göz göze gelinir, "Kaç lira demiştiniz krem?" denilir, alınır.

Nerede len benim lekem?!

Aynaya bakmadan güneş kremi almayın diye bitireceğimi mi sandınız? Ahaha hayır! Bu güneşte hiç risk almayın azizim. Güneş lekelerini geçtim, cilt kanseri riski gibi şeyler var ki, mühim.

Ayrıca burnumda toplu iğnenin topusu kadar da olsa lekem var:/ Ne acı. Onu fark eden adamın ticari zekasına hayran kalmadım değil ama. O an ayna bulup "Hani nerede nerede?" diye gözlerimi kocaman açıp leke arayabilirdim. Neyse ki yeterince sosyalleştim, hoş karşılanmayacak bazı refleksleri vermeyebiliyorum.

Ayrıca şu son paragrafı, yani bu cümleye başlamadan evvel son olan paragrafı yazmayıp bitireceğidim ama kısmet olmadı. Ya işte böyle. sıcak çarptı.

Not: O güneşi boyayalım. Boyama kitabı güneşi o.

Edit: Ahmet boyamış bunu!
Edit 2: Görenler, bilenler leke meke yok diyolla. Yaşasın! lkskdas

1 Ağustos 2010 Pazar

Sıcak

Yağmurlar yağarken "yaz gelsin" diye ağlaşan eşektir.
Seneye yapmayacağım bunu söz.
Aklıma gelmişken; sonbahar gelsin. Son kararım ndkajdkkıjda
Gelecek biliyorum. Tez gelsin ama okul açılmasın ama yağmur da çok yağmasın fhksfjh
E nasılsa istediğim bir sürü şey olmuyor, gönlümce isteyebilirim o halde!