Pages

27 Mayıs 2010 Perşembe

olsa

her şey böyle başladı;

blogunda neden hep yaşadıklarını yazıyorsun? yaşamak istediklerini ne zaman yazacaksın? by fermiyon
:) yaşamak istediklerimden emin değilimdir belki?
hiç böyle düşünmemiştim. bir de o açıdan bakayım.

***

hakikaten istemekten mi çekiniyorum yoksa istediklerimi ifade etmekten mi korkuyorum deyü düşünürken buldum kendimi.

***
kardeşim olsun istemiştim çokça, oldu. babamın benden çok daha fazla sevdiği bir kardeşim oldu.

ergenlikte "birisi bana çok aşık olsun ehe negüzel bişi" diyen salak bi düşüncem vardı. istediğim gerçek olunca "ene birisi bana aşıkken ben de ona aşık olmalıymışım" diyen daha az ergen biri oldum. bu da gerçek oldu, 4 yılın sonunda mümkünse iki aşık kişiden birisi psikopat olmasın der hale geldim. bu 3 koşulun da gerçek olduğu bir koşul oldu. her şey "istediğim" gibi derken gördüm ki, iki insanın birbirini sevmesi bir arada durmak için yeterli değilmiş.

sonraa... neyse sonrası önemli değil. insan artık şablonlardan bağımsız bir şekilde varsa birisi, onla olmayı isteyebiliyor. ama o kadar. zaten onda da isteklerin olmayabiliyor, e hayat böyle. istemeye çekiniyorsun.

annemle babam ilk defa boşandığında, dünyada en çok istediği şey bir araya gelmeleri idi. oldu da. bir çocuk için nasıl bir mucize anlatamam. hayatta en çok istediğin ama imkansız dediğin şey gerçek oluyor... e ama dünyam bir kez daha yıkıldı. bir kez daha boşandılar.

sonra beni tanıyan bilir ki, yüksek lisansı çok istiyordum. ama sahiden çok çok. olmadı. dahası hala adil olmadığını düşündüğüm bir seçim sürecine şahit oldum. çok çok da üzüldüm, ağladım.
o zaman iyice emin olmuştum, bazen elinden geleni yapmak da kesin sonuç olmuyormuş. neyse, vazgeçememek işe yarıyor hala, onu gördüm:)

şimdi istediklerim hayaldan ziyade planlar boyutunda. hayalleri de severim ancak planları daha çok severim:)

istediklerimi yazacaktım değil mi? bir sorunum var ama, son bir kaç aydır, beni şu an ne mutlu eder sorusuna cevap bulamıyorum:)
korkular, yorgunluklar, pişmanlıklar belki, kararsızlıklar, belirsizlikler... tamam hepsi etkili olmuş olabilir.
e ama bazen bazı şeyler güzel olacak, bazen de kötü. bunu bilmek yetmez mi? :)
yaralı olmamak, gelecekten korkmamak yetiyor bana. yaralarım illa ki var ama rollerim yok bunlara göre büründüğüm.
"şimdi ve burada" var olmak iyidir, iyi.

http://fizy.com/s/1ah030#s/103apy

23 Mayıs 2010 Pazar

ölmüşlerden ve öleceklerden

fotoğraflardaki bütün yüzler, ölmüşlerin ve ölecek olanların değil mi?
yer arayışları, basit bir sanrıdan ibarettir belki de.
gerçekte olamadığımız kadar bir aradayız,
gerçekten daha kati, aynı sınıfta, ölecek olanlardanız.

ortak nokta aramaya ne hacet?
iki şeyden biri olmak yetmez mi?

9 Mayıs 2010 Pazar

gecenin bir yarısı

beytepe'den eve dönerken, güç bela atmışız kendimizi servise, 2 arkadaşın camdan fırlama ihtimali var, bir tanesi yere oturmuş, oturacak yer kalmadığı için ayaktayım şoförün arkasındaki demirden güç alıyorum. şoförün eşi parayı toplayarak geliyor arkadan. oturan bağyan ezgi ile o kadar dans etmişiz, şarkı söylemişiz ki, servise gidene dek devam etmiştik. serviste ezgi başladı "yaz demeeediiim, kış demeedddiiim" devam de etti ama sallandım dedi kaldı. şoför amca da eşlik etmeye başlamıştı. ezgianım sustu şoför amca söylüyordu. çok eğlenceli bir akşam eğlenceli bir yolculuğuydu. amcanın eşi gelirken paraları toplayarak amca arka tarafa bağırıyordu, "üzmeyin karımııı" diye. teyze ara sıra, "aa şoför aynayı görmeyecek evladım" diyordu. şoför amca, "salihaanım beni müdaafa ediyor ahahaha" diyor, sevinciyle biz izleyicilerini de sevindiriyordu.

bir baktık, amcanın torunlarının fotoğrafı verilmiş ezgi'nin eline. amca anlatıyor, en baştaki kızımın çocuğu diye. biz de görevimizi yaptık, pek güzellerdi, "pek güzeller allah bağışlasın" dedik.

yolcuğun sonuna yakın, kovboy şapkası taktı. salihaanım almış. yakışmış dedik, çok şirin olmuştu. bir de at lazım dedik. "beyaz atlı prens gibi olur işte fena mı?" dedim, "bizden geçti artık" dedi salihanım. "yok canım yaşı olur mu hiç bunun" dedim. gülüştük yine.

en son inerken, "tanıştığıma memnun oldum, görüşmek üzere başarılar dedi.", "biz de dedim, size de... size de mutluluklar" dedim.

arada atladığım esas kısım var ama. bu yazının yazılma amacı olan kısım.

teyze öğrenci sandı sonra iş gücü konuştuk. iş bulmanın öneminden bahsettik. gençlikten bir parça, gecenin üçünde kampüse gidip ulaşamayan öğrencileri alışlarından falan... sonra kızına geldi muhabbet. niye yazıyorum bunu? size ders olsun diye. zira bana ders oldu. aşamalı kapaklaşma sendorumu olsun adı hatta. evet başlıyorum diyaloğa.

s-bnim kızım da itü'de konservatuarda okuyordu.
m-aa siz de uzakta okutmuşsunuz çocuğunuzu :) (ankara'dayız ya o an)
s-yok biz o zaman kocaeli'ndeydik.
m-hııı(aha ilk yanlış)
s-ama işte geri dönmedi. kocaeli'ni sevmiyordu. orda kaldı.
m-neyse yakınmış zaten ama
s-evlendi ama okurken. babası 2 yıl sonra öğrendi hatta bunu.
m-ooo çılgın bir ablaymış o (yuh annesine söylenir mi?)
s-evet evet...
m-neyse, önemli olan mutlu olmak ya, olmuş geçmiş(hadi bakalım bir yorum daha)
s-mutlu olmak mı? e boşandılar, bir de oğlu var hatta o evllikten
m-ımmm yani... olur öyle yeaa (aha dumurlardan durum beğen, az veriyle hiç yorum yapma e mi melikeğ?)
s-öyle hayat toz pembe değil, böyle karar alıp uygulayacak kadar.
m-(sıkıysa itiraz et) doğrudur... yani...

hayır ben bu yekunde 3-4 dakikalık konuşmada en az 3 kere bozuldum da toparlayamadım zihnimi.
ne diyordum? hı! az veriyle yorum yapamam deyince peeh diyenlere notum! az veriyle hiç birimiz pek yorum yapamayız, arada bir tutanlar olsa da tutmayanlar yüz karası oluyor bre!

istatistik ödevim var benim. evet.

not: ezgiyle biz, biz de böyle evliliğimiz olsun istedik. salihanımve şoför amca gibi(bir şey bey idi ama bir şeyi bilemedim) ancak en az 30 yıllık evliliğin 40 dakikasından sonra buna karar vermemiz de bir erken yorumdur. deşsek ne acılar çıkar, kim bilir?

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Büyü(len)mek

başlık niye bu? içimden "len" demek de geldiğinden.
girişleri pek beceremediğimi biliyorum, bu kadar dank diye olması şaşırtıcı değil.

nisan'ın son günü beytepe'de profestival rock'a gidelim dedik. önceden gidelim yea demiştik lisanstaki en yakın arkadaşımla. konser günü sabah uyanamama kriziyle başladım. her günkü gibi "hii çok uykum var, akşam eve gelip uyuyacağım" diye kalktım. hemen her sabah olduğu gibi. hemen her akşam da uyursam sabah dek uyurum yea diyerek uyumuyorum. işte bu gazla ne konseri aman pff uyuyacağım ben dedim çıktım gittim. tabii öğle arasına dek iyice açılmış oldum, yine her gün olduğu gibi. konsere gitmeliyim, beytepe gözümde tütüyor diyerek kararımı aldım. arkadaş da aynı durumdaydı. yanıma düzgün kıyafet almadığım için... ımm aslında üzerimde olanlar fazla düzgün olduğu için bir de ona sinir oldum ama kararım karar pek tabii. o kampüse gidilecek o kadar! ayağımda topuklu ayakkabılar, siyah kumaş pantalon, saks mavi gömlek (allahım kombinasyona bak! o kadar nadir topuklu ayakkabı ve gömlek giyerim ki) gittim ama. gerçi beni teyze diye içeri almayacaklarını düşünmedim değil :/ uzun bir hırkayı aldım üstüme, oturdum çimsiz kalmış toprağın üzerine(ertesi gün gündüz gözüyle hırkamın halini görünce tüh demedim ama:) ) yüksek sadakat şarkılarının hayatımın son dönemindeki etkisini ancak keşfettim mesela. yüksek sadakat severim diyordum ama yüksek sadakat benim için ne çok şarkı yapmış, ne çok dinlemişim demiyordum. artık diyorum. ama içimden.

konser alanına giderken lisanstan arkadaşlarla karşlıaştık. durup durup "yoo biz genciz hala"ya bağladık konuyu. ister istemez :) sınıf arkadaşlarının düğün, nişan, söz olaylarını konuştuk, çocuğu olan arkadaşımızı da... en son onlar eve gitmeye karar verdiler. yoo! hayır! evde pijamalarla oturmak konser alanında olmaktan daha keyifli değil! tamam mı? hah tamam. az kalsın ikna da olmuyorduk!

24-22 yaş aralığındaki gençler neden bu kadar tükenmiş ve yılgınız ki? tamam mezuniyet, ünvanlar, işler ve hayatın başlaması klişesi enerjiyi tüketiyor da... ne bu yaş/yaşlanma kompleksi? hayır yani bende ziyadesiyle var artık da sdkljasd bilyiorsun ki bir daha asla hiç üniversite öğrencisi olmayacaksın. bir daha o kadar gamsız (ya da öyle sandığın) bir dönemin olmayacak. bundan sonraki aşamalar da aşikar. yeni sıfatların rutine rutin katacak. her gün işe gitmek zorundasın. ertesi günü düşünerek(ben artık düşünsem dahi idare ediyorum sanırım) bir şeylerden mahrum bırakıyorsun kendini. senden beklenenler var. dahası kendinden beklediklerin.

bir konsere gitmek evvela zul gelirken, sonrasında genç kalma görevi gibi de geliyor.

aslında mesele basit; seviyorsan, yapacaksın. istiyorsan gideceksin.
istemiyorsan nema problema.