Pages

9 Aralık 2010 Perşembe

Gezici Festival ve Vavien


Gezici Festival var idi malum. "Ay zaman yok yea" nidaları atarak bir yere gidemeyen insanlar olduk iyice. Dersten sonra gidilebilir aslında yea gerçekçiliğine yakınsayıp hadi bakalım dedik ve gittik.

Biraz geç gidince bulabildiğimiz en iyi yer perdeden itibaren 3. sıra idi. Perde de yere dik değil aleyhimizde bir açı yaptığı için ne yapsak etsek de arkada bir yere otursak diye düşündük. Neyse, bir 4-5 koltukluk boş bir yere geçtik iki kişi, oturduk gergin gergin. Film başlamak üzere ama salona girenler oluyor. Gözümüz bize yaklaşma ihtimali olan insanlarda. İki hatun gelip "Aa orası bizim
yerimizdi" dedi tabii ki. Ehe deyip yandaki boş iki koltuğa geçtik. Yine girenler durmak bilmiyor, biz birbirimize bakıyoruz "yok yok gelen olmaz artık diyoruz" ama tabii ki yine gelen oluyor. Peki deyip başka boş yer bulmak üzere ilerliyoruz. O arada bir ekşın oluyor, programda yazmadığı halde Engin Günaydın gelmiş. Aslında film sonuna kalacakmış ama Radyo Odtü'de programa katılacağı için öncesinde çıkmış. Tabii pek soru gelmedi ama şirin şirin konuştu biraz, sonra da gitti. Biz de kaldığımız yerden yer aramaya devam ettik. Üç tane boş koltuk vardı, geçtik, sonra bir adam daha geldi yanımıza oturdu. Kapılar kapanana dek gözüm kapıda bekledim doğrusu. Film başladı da rahat ettik. Gerçi arada arkadaşla birbirimize baktık da güldük halimize, zira çantamız paltomuz kucağımızda, her an kalkmaya hazır, misafir gibi kalakalmışız.

***Spoilerımtrak***
Filmin senaryosunu Engin Günaydın yazmış. Taşraya dair olması vurgulandı akabindeki "sahnede sandalye var" faslında da. Evet, taşraya dair mükemmel bir betimdi ama bence bir aile filmiydi. Zira taşra ya da şehir fark etmeksizin aynı örüntüleri görmek gayet mümkün. Gerçi Türkiye'de taşra şehir ayrımı net değil diyebilirim sanırım. Şehirlerdeki taşra kültürü epey yaygın.

"Elini yıkadın mı oğlum?" repliği var bir de. Celal'in en olağan haliyle ergenliği yaşayan oğluna karşı geliştirdiği bir obsesyon demek mümkün. Ev de öyle bir ev ki, herkes herkesin gizini bilip herkes herkesten gizliyor demek yalan olmaz. Köşeye para koyan kadın, kadının parasını bilen ama bildiğini söylemeyen porno arşivi olan baba, babanın porno arşivinden aşırmacılık yapan ergen evlat... İnsanların küçük hesaplarına vurgu yapıldı aslında ama ben tam da böyle düşünmüyorum. Taşraya özgü bir küçük hesapçılık değil bu. Küçük hesaplar her bağlamda var, taşradaki daha yalın. Daha aşikar. Betimin mükemmeliği de burada bence zaten.

Cinayet planı da gayet güzel tatbik ediliyor. Geri dönüş sahnesinde "rüya mı lan acaba?" dedim.
Patolojik tutkular dendi tartışma esnasında, çok doğruydu. Celal'in Sibel'e olan tutkusu, kovulmalarına, alenen hakarete uğramasına rağmen gözünde "Sevilay'dan başka" olma suretiyle güzel olan o metaya ulaşma çabası; Sevilay'ın Celalsiz yapamayacak olması beyanı -hem de içten içe yaptığını bildiği, hissettiği vurgusuna rağmen- insanı boğan türden ama gerçekte sık görülen şeylerdi.

Ayrıca Mesut'un -evin ergeni işte- sevgilisiyle olan "muhabbetinin" de aslında anne ile babasının evlilik öncesi durumlarında var olmuş olan yine aynı örüntüyü göstermek adına çizildiğini düşünüyorum. Tamamen cinsel çekim ile başlayan ve muhtemelen evlilikle sonuçlanan sonrasında süreç içinde yetmeyen, tatmin etmeyen, sevgisizlik temelli olacak olan bir ilişki. Daha önce de öyle olmuş, yine öyle olacak. Gibi gibi yani.

Sonunda mutlu gibi gözüken ama aslında halının altında duran pisliklerin bilinip de görülmediği tam anlamıyla mutsuz bir son vardı. İleride aile terapisti olmak isteyen ben için büyük bir umutsuzluk çaresizlik hissi uyandırdı.

***Spoilerımtrak***

Film bitti, iyi bir seyrin keyfini almıştık, film ertesindeki "Sahnede sandalye var" kısmına kalacaktık. Azıcık konuştuk, kalalım dedik. Tanıl Bora çıkacaktı. Ancak Tanıl Bora'yı kimdi yea diye düşünmüştük film başlamadan epey önce. Yanımızdaki adam kalktı (yukarıda yazdım ya dsjdkj e her düğümü bir yerde çözmek lazım değil mi?), izin istedi. Kalmayacaklar çıkıyordu. O ara çantasına bakan, arkadaşı aniden dürttüm, "Baksana sahneye!" diye. İkimiz de "koptuk" tam anlamıyla. Evet, Tanıl Bora ile yan yana film izlemişiz, fark etmemişiz ve bu sürede hiç gaf yapmamışız (Yani en azından hatırlamıyoruz:/). E ben genelde bilmeden gaf yapardım, formdan düşüyorum azizim.

Aaah ah! Sinemadan çıkışın ertesinde ben daha çok şaşırdım ama o da başka bir postun konusu olur belki.

3 Kalem Kelam:

francesca mckennitt dedi ki...

Şans işte, neyse ki dedikodu çanağına düşmemişsiniz :)) Sence izlemeli mi izlememeli mi yani Vavien'i?

Melike dedi ki...

bence izlemeli Vavien'i :) sinefil olmaktan çok uzak olan ben gayet beğendim bu filmi.

diyego dedi ki...

spoylırlı olduğu için okumadım da bence hepsi rüyaymış. katil de uşak. :/