Pages

28 Mart 2010 Pazar

Kendini Cezalandırmak

Sorumlulukları varken sorumluluklarını yerine getirmeyince hoşlandığı şeyleri de yapmayan kendini cezalandıran insanlar mevcut efenim. kendimi var sanıyordum bir tek, böyle. ama bir tek ben değilmişim.

işte bu insanların bu dönemde yaptığı şeyin adı hiç yapmak oluyor. n'apıyorsun sorusuna hiiiç diyorlar. diyoruz yani. neden denince de "yeaa yapmam gerekenler var ama işte üff ne bileyim" deyü saçmalamanın doruğuna varıyorlar. varıyoruz. biz yani.

çeviriye başlamam lazım. hatta çevirdikten sonra sunumda kullanmak üzere olan resimleri ben mi çizsem acaba gibi nispeten orijinal bir fikrim var. ama hala eyleme geçemiyorum. arkadaşları reddediyorum. sunum hazırlamam lazım deyü. oyunlara bakıyorum, yok yok gidemem diyorum. kitaplar aldım, okuduğım kitap bitince hemen başlamayayım sunum var diyorum.

son 3 gün artık sinirlilikten yanına yaklaşılmaz olurum. son 2 gün debelenip duruyor yetişmeyecek der dururum. son gece aha mahvoldum deyü canımı dişime takar iyi kötü bitiririm. sunum günü keşke az daha vakit olsaydı derim. sunum sonrası lan fena olmadı, bir sonraki sefere daha çok hazırlanacağım derim.

biliyorum bu döngü bazılarınıza tanıdık geldi (obaa çok kişi okuyor sanrısı bu!).

aslında kırmak da kolay. kahveyi bırakmış, çayına şeker atmamaya başlamış insanım ben yahu! ertelemekten mi vazgeçmeyeceğim?

26 Mart 2010 Cuma

Şubat

Şubat ayı yeterince uzun bir ay değil. neden mi? e hiç bir yazı yazmamışım Şubat'ta. bunun tek sebebi Şubat'ın en kısa ay olması!

yoksa kimi zaman insanın içinin yazamayacak kadar boğulması diye bir şey yok! :)

kendimle olan mücadelemin son faslının Şubat'a denk gelmesi ise hiç alakalı değil. hiç ait olmayan bir şeyi tamamen kendinden çıkarmak ne kadar zormuş, bunu Şubat'ta kavradığımı söylesem de yazamamda etkili olduğunu söylemeyeceğim.

kafamdan geçen konuşma balonlarının kahramanlarını değiştirdim yahu bir ayda. hem de yılın en kısa ayında. insan kendine de format atar bazen. virüsleri temizlemek gerekiyor. her deneyim, her iletişim yeni bir risk demek. belli de değil ki azizim gerçek hayatta hangi insan ne derece riskli. kendimize yükleyemiyoruz bir antivirüs yazılımı. güvenlik duvarını ise hiç sevmiyorum. "kimseyi sevmeyeceğim ben yeaa, kimseye güvenmeyeceğim" insanı olmak manasız. hayır yani, eninde sonunda seviyoruz, eninde sonunda güveniyoruz. bari kendimize "nağber gördün müüğ?!" demek zorunda kalmayalım değil mi? aman kalsak da n'olur ki? bir Şubat saçmalayayamışım, bir Mart akşamında mı tüketeceğim hepsini? :)

uyumaklıyım. hem de çok uyumaklıyım. kalbim kırıklanmıştı. kırıkları toplamıştım ben de. bir baktım ki kalp kendini onaran bir organmış. izlerini hep saklı tutsa da, tutmazsa zaten deneyim diye bir şey olmazmış.
kalbimi de alıp gideceğim. uyumaya:) zira gitmek zor iş. gittiğim en iyi mesafe ise, bir insandan kendime doğru olan. minik gidişler yeter bana.

umutlar da yeter bana:) iyi geceler. iyi günler umuduyla :)

25 Mart 2010 Perşembe

mektup arkadaşı

eveet! evet benim bir mektup arkadaşım var! tamam henüz ikinci mektubunu yazdı ama olsun :) devamı gelecektir. ilginçtir ki her şeyi yazabilirim, beni çok da iyi pek de güzel anlarmış gibi geliyor bana :) aslında anlıyor da. ben de onu anlıyorum. evet, 2 mektupta buna karar verdim. kalemle yazmak klavyeyle yazmak gibi değil ki, daha içten.

bizim mektuplaşmamız da bi' ilginç. yazıyoruz, yollayana dek yazdıklarımızdaki durumlar değişiyor:) en son ona yazdığımda sevgilimle bazı sıkıntılar var, bakalım neler olacak demişim. o mektuba başladığında sevgilisini ne kadar çok sevdiğinden bahsetmiş. tabii ikimizin de ilişkilerinin sonu hazin olmuş:) biz yazana dek, hayat bizim çevremizde tur atmış.

kim bilir ben yazana dek neler olacak yine? mesele o vakitten bu vakte olan önemli her şeyi yazmak istiyorum. madem konuk oluyoruz birbirimizin hayatına, atlamayalım basamakları değil mi? :)

ne diyecektim ki ben? hah! mektup arkadaşı çok çocukça gelse de söyleyince, çok güzel bişi yahu! iyi hissettiriyor insanı. tavsiye ederim :)

10 Mart 2010 Çarşamba

Şizofreni

günlerdir beni geren sunum konumdu şizofreni. sahiden epey gerildim. erteledim başlamayı derken bir baktım erteleyecek zaman kalmamış. İşte elimde notlar, neleri anlatsam deyü staj yollarında ona çalışmayı denedim, nihayetinde kararımı verdim. gerçi karar verdiğim tüm kaynakları kullanamadım ama hiç de fena olmayan bir sunum oldu. slaytları gece hazırladığım için ve aynı anda kırk bin uyaranla karşılaşıp ilgilendiğim için komik bir iki hatam vardı. "ehehe psikotik epizoddaymışım gibi yazmışım" dedim, hoş görüldü, gülündü. iç görü iyidir ne de olsa :)

sunum keyifli geçti ama aynı zamanda hüzünlü geçti. şizofreni organik temellerin ağır bastığı çevre etkilerinin reddedilemeyeceği henüz aslında gizemli bir hastalık. nedenleri betimlense de tek bir nedeni ya da kesin nedenleri ifade edilemiyor. şu da etkili, bu da risk faktörü, şunlar da bozulur ama bazen de bozulmaz deyü sıralanıyor. elle tutmak mümkün değil. zaten pratikte sebeplerinden ziyade tedavisi ön plana çıkıyor. ancak önlense nasıl olur, nasıl önlenir noktası da araştırmacılarla çok gündemde olan ve olacak olan bir konu.

neyse, nereye varmak istediğimi yine kaçırıyordum. empati bir beceridir evet, pek çok şeyi yaşamadan çoook iyi anlayabilirsiniz ancak şizofrenide bu git gide zorlaşan bir şey. en azından yaşadığı sıkıntılardan dolayı hissettiği duyguları ve fikirleri anlasanız da şizofren bireyin o yaşadığı sıkıntılar epey karmaşık, ilginç ve farklı olabiliyor. belki aşağıdaki video gibi bir ifade biçimi/ örnek yardımcı olabilir. biyolojik süreçlerin muhtemel bir cilvesi neler neler yaşatıyor insana.


böyle işte.

1 Mart 2010 Pazartesi

Kaldırım Mühendisliği

Evet! Çoğumuzun sanrısı idi, kaldırım mühendisliği diye bir meslek olduğu fikri. Fikir sanrısı da olmadı sanki... neyse.

Yolda yürürken bastığım kaldırım taşından çıkan foşşş sesiyle senkronize olan çamurlu su sayesinde şöyle bir irkilip kendime geldim. Kaldırım taşları kırık kırık, içleri su doluyor ancak o kadar kanıksamışım ki bildiğim yollarda kırık taşları atlıyorum. Bilmediğim yollarda ise foşşş deyü deyü çamur çamur oluyorum. İşte bu zamanlarda başkentte, alt yapı sorunlarının en güzel yaşandığı bu güzide kentte en önemli eksiklerden birisinin kaldırım mühendisi olduğunu düşünüyorum. Yok yahu ot mühendisi şeker mühendisi falan varken neden kaldırım mühendisliği boş gezenin boş kalfalığı oluyor ki? Bence sırf bu tabir var diye bu ülke kaldırım mühendislerine muhtaç ama kendileri yoklar. Düşünebiliyor musunuz kız isteme merasiminde, ülkenin en iyi kazanan kaldırım mühendisi damat adayı ve kız babası neaa kaldırım mühendisi mi
deyü kovalıyor. Aslında bir teknik üniversite açmalı bu bölümü :/ Kız babaları kolay iş.

Ancak bildiğim bir şey varsa, sevgi anlaşmak değildir mühendis de sevilir sözü komple yalan :/

Ehmm... Öyle.