Pages

28 Ocak 2010 Perşembe

Masumiyet Müzesi

bildiğimiz üzere bir orhan pamuk romanı.

aslında bana nedense hiç aşk romanı gibi gelmedi.
aşk anlayışlarımızın farklı olmasının etkisi vardır belki. ya da aşkı pazarlayan görüntüsünden rahatsız oluşumun etkisidir.

evvela kitabın ismi güzel lakin içerikle çok alakalı değil. masumiyet müzesi gerçekte var olan müzeyle son derece alakalı olabilir evet. hoş da olabilir. ama kitapta anlatılan hikayede masumiyet nerde çok merak ediyorum. ortada masum bir aşk yok. bana kalırsa aşk yok hatta kitapta aşık karakter yok. yani biri saplantılı biri hırslı iki kişinin hayatı var. psikolog olmasam "deli lan bunlar" derdim. tabii hepimizin aşktan anladığı farklıdır ama benim aşktan anladığım şey bu olmasa da orhan pamuk'un anladığı şeye ikna olamadım.

bir okb profili çizmek istemiş yazar ama altındaki anksiyeteyi iyi anlatamamış bence. keşke daha fazla araştırsaymış. o zaman daha çok tatmin edebilirmiş.

ancak aşkın somatik ifadesini çok güzel anlatmış. birini severken, özlerken, düşlerken yaşanan tüm organların sancısı bu kadar güzel anlatılırdı sanırım.

kitabın bir ilk cümlesi var ya, işte o ilk cümle en güzel cümle. ama o ilk cümle çok ciddi bir şekilde pazarlanan cümle de. yani hem sevdim hem ısınamadım. zaten evvelden bildiğim bu cümleye ben anlamımı vermiştim gördüğümden bu yana.

bir de zamana, eşyanın ve anıların insandaki yerine ilişkin bir çok kısım var ki bunlar da çok güzel olmuş. düşünceler güzel, anlatım ve kurulan alakalar güzel. ancak yine de yazarın önce "aklıma süper bir fikir geldi olm" deyip müze fikrinin üzerine bunları yazdığını düşünüyorum.(onca yıl aradaki boşlukları doldurmak için uğraşmış sanırım)

bir de kitabın 1. tekil şahsı kemal'in kendini anlatışına rağmen aşık olduğuna ikna edemeyişi var ki... bir insan çok sevebilir, bir insan bu kıskançlık buhranlarını yaşayabilir, bir insan olumlu tek ipucu için manyak manyak fallar bakabilir anlaşılır, zira bizizdir o. ancak bir insan bilmem kaç yıl bilmem nereye minicikten de minik bir umut parçasıyla gitmez. aşırı uçlarda bir örnektir elbet yaşanabilir ama kemal gitmezdi. olmadı bir yerde tamam işte bu diyemedim.

ha bir de kemal'in bir dönem fırtınalar estiren cinsel yaşamı var ki(her gün sabah akşam sevişiyordu)(neyse yıllara vurarsak yine averajda kalır =p), erkek okuyucuya özellikle ne içtiysen ondan istiyorum dedirtecek cinsten. maşallah diyoruz kendisine.

füsun'u sevemedim bu arada. bence çok bencil ve hırslı bir kadındı. yaşanan şey de hatunun güzelliğine ve ulaşılmazlığına duyulan bir arzu gibiydi sanki.

yine de zaman kaybı olmayan bir kitap. keşke nobel almadan önce tamamlasaymış. belki daha çok sevebilirdik.

ha! bir de, kapağı oldukça şirin. en azından bu kitaba bu kapak olmuş dedim.

-spoiler içerir-
bir de yazar o kadar yazmış etmiş de kitabın sonunda ilk olarak füsun'un ölümünden "aşık" bir adamın suçluluk hissetmeyişi çok unutulmuş bir ayrıntı olmuş bence. ama önemli bir ayrıntı. adam hatunu kaybettiği için üzgün ama "ben arabayı ona vermeyecektim! ben ona kullanmayı öğretmeyecektim! vazgeçetiğinde evet diyecektim!" pişmanlığını yaşamamış.
bir de kemal'in ölüm detayını veriyor, kemal sibel ve ailesini görünce kalp krizi geçirip ölüyor. mesele yaşamadığı yıllar ve bundan dolayı duyduğu pişmanlık mı belli değil. öyleyse kemal aslında mutlu değil mutlu olduğuna kendini ve okuyucuyu ikna etmeye çalışan beceriksiz bir aşık rolü oyuncusu. diyelim ki kızın ölümünü ve süreci hatırlamasına sebep oldu, bu da mantıksız bir kalp krizi sebebi çünkü adam zaten hatırlamak üzerinde durmuş mütemadiyen derdi tamamen hatırlamaktı. bunun için sibel'e gerek yoktu. neticede yazar kendi kendisini baltalamış.
-spoiler-

0 Kalem Kelam: