Pages

6 Nisan 2010 Salı

öyle böyle.

Çocuklar ara sıra odama geliyorlar. acaip bir kitle psikolojisi örneği bu yaş grubu. hatuncuk ayakkabasını çıkarınca küçük adam da çıkardı. zaten en büyük keyifleri benim sandalyamde oturmak. geçenlerde hatuncuk geldi odama, hadi geç bir yere otur dedim, şirin şebelek baktı, "oraya oturcaam" deyip geçti benim sandalyeye. biliyor zilli tabii benim güleceğimi.

şimdi bu çocukların okula başladıklarını görecek miyim? belki bundan yıllar sonra haberlerini alacağım, belki bizzat tanık olacağım. şimdi tanık olunan benken, ben sizin çocukluğunuzu bilirim veletler diyeceğim? der miyim ki? ahahaha derim. yaptıkları rezillikleri de anlatır, kırmızı kırmızı şirin hallerine gülerim.

***

çocukların aşık olacağına inanmazdım. ama sanırım oluyor. can diyormuş ki (burdaki erkek velet değil) "herkesi çok seviyorum ama ışık'ı bir başka seviyorum", "anne ışık'ı düşününce içim acıyor. kalbim kötü oluyor. çok özledim ben". ışık kreşten ayrılmış çünkü. çok hüzünlüymüş can. ağzından ışık düşmüyormuş. aşkı yetişkinlere özgü zannediyordum ama şimdiye dek gördüklerimin çoğundan daha temiz ve daha derin bu yahu. seviyor ve söylüyor. bu kadar. özlüyor. herkesten başka sevmek nedir ki 5 yaşındaki bir çocuk hissetsin? biz daha "ımm şey yani bilemedim farklı kem küm" diye zırvalarken...

***

bir yıl aradan sonra, eski bir dosta, ya da bir dost eskisine azıcık dert anlamak ilginç bir şey. aslında yaşadığımız neyi ilginç algılamıyoruz ki?
bir yılda biriken ne varsa, en kırıcı sözlerden davranışlara, öfkelerden üzüntülere oturup karşılıklı konuşmak açık açık, hiç önemi yokmuş gibi, başıma şu geldi diyebilmek duygulardan arınık, "ben sana çok kızdım", "ben seni kırmak istedim ve kırdım, canımı çok yaktın" diyebilmek... büyümek mi? büyümek değil de aslında belki olgunlaşmak. yaşıyorsun da anlamlar sonra geliyor. bir yıl önceki kendime baktım da, yazık lan dedim. neden ne yaptığımı kimi zaman o öğleden sonra onla karşılıklı otururken anladım. anladığımı da anlattım. insan hafifliyor işte. "yine eskisi gibi olmasın, beni çok boğmuştun" diyebilmek aslında çok mucizevi.


***

"olm, senle çapkınlık turuna mı çıkacağız?" diyor. bakışmayı beceremiyor oluşum yıllar yılı bu kızın içine dert oluyor. hayatımda duyduğum en hoş metaforlardan biriyle çıkıyor karşıma. birini beğenmek ve tanımak üzerine bu metafor. hani korkulu ya da sadece beğeniyor olmaya takılı kalmış kız tribinin karşısında söylenir cinsten söyledikleri. çok tatlı. hani bir kıyafeti de vitrinde beğeniyoruz, içeri girip deniyoruz, olmuyorsa almıyoruz, olursa düşünüp öyle alıyoruz ya... öyle işte, beğenilen kişi varsa şayet, o işte, kıyafet oluyor. e siz de vitrinde görüp beğenen kimse.
tek ihmal ettiği şey, vitrindeki kıyafetin de alıcısını seçme olayının olduğu.
yine de çok tatlı.

***

elimde çeviri. ben aptal aptal yazıyorum. aptallık yapmaya nasıl ihtiyacım var aslında. yok çılgınlık demiyorum. yani şu an şu eyleme ihtiyacım var. bilmeyecektim, istemeseydim. yalanlardan ya da yalanımsılardan sıkıldım. vaktinde demişti ki bir ilginç insan "ben sana yalan söylemedim ki, sadece hiç bir şey söylemedim. annemin emekli olduğunu biliyor musun? hayır, bunu sana söylemedim diye yalancı mıyım? hayır." ara sıra hiç bilmemeyi yeğlediğimi düşünsem de bilmek daha iyi yahu. hele ki sevgilisi olduğunu söylemeden senle sevgili olmaya kalkan biri varsa karşında, sen de bilmeyi yeğlersin değil mi? hee! sen. vaktinde demiştim, hakikaten çok geçmiş bunun üzerinden de. o zamandan beri, güvenmekle güveniyor gözükmek arasındaki ayrımlarda gidip geldim. yok karşı cins ilişkileri değil mesele. hani bazen, doğru söylemiyor ama neyse, bana ne, insan bu ne de olsa diyen bir boşvermişlikle dolaştım. sonra ne oldu? sadece farkında oluşumu da yanıma aldım.

***

insan bazen bana daha bir şey olmaz, daha ne kadar kırılabilirim ki diye düşünürken, bazen o kadar incindim ki, çok daha fazla hassasım artık. kendimi riske etmeye korkacak kadar hassasım diye düşünür oluyor. bir öyle bir böyle.
sonuç?
sonuçsuzluk da bir sonuçtur. karar alınamayan toplantılar gibi.

***

kaç yaşımı özledim diye düşündüm de bilemedim. belki bundan yıllar sonra 22 yaşımı özlerim.
bir daha 22 yaşında olmayacağımı biliyorum. e ben napıyorum? dünyanın yükünü almışım gibi sırtımda bir ağırlıkla dolanıyorum. feragat ettiğim şeyleri tercihim mi yoksa zorundalığım mı diye yargılıyorum. e ama biliyorum, her eylemimiz sebep sonuç ilişkisi içinde yer alsa da sorumluluğumuz altında. değiştirmeyi istememek de tercihtir, çaba göstermemek de.

***

şimdi ölsem nolur ki diye düşünmeyen ve düşünen kaç insan var merak ediyorum.
böyle düşününce yaşamın kıymetini mi anlıyoruz yoksa ölümde vaad edilen huzuru mu arzuluyoruz? bildiğim hep bu sorunun yorgunken aklıma geldiği.

***

insanın kendine acımasız olması da kötü azizim. tükendim demek için sahiden tükenmen gerekiyor evvela. çok yoruldum ama pili şöyle bir hareket ettirince yine çalışırım deyü ittiriyorsun kendini. e ama çok yoruldum artık ben. bir güzel günde, umut dolu bir çocuk sesinde hemen hayat süper aslında diyor oluşum toparlıyor sanırım beni. bilemedim beni, bilemedim bunu.

***

akşam vakti kampüsteki kantinden çay almamam gerektiğini ne zaman öğreneceğim? tabii ki bayat oluyor. bayat çay da insanı mahvediyor. 2 saat sonra hala mı fena olur insan?

***

derste konu evlilikti. yok ders bitti ama konu evlilikti. zira dersin adı istatistik. hoca aslında pek haklıydı. ancak kendini güncellese fena olmayacak.
bir de aşık olunca görürüm sizi deyişi ise çok tatlıydı. 50 yaş üzeri bir insanın aşkı yüceltmesi her daim hoşuma gitmiştir.


***

evet, bu gecelik çevirime başlıyorum. evvelinde naptığımı ise cümlelere dökemiyorum. bazen bazı şeyler pek anlamsız gözükebiliyor.

fin.

1 Kalem Kelam:

kepazeyim dedi ki...

ben düşünüyorum sık sık "şimdi ölsem ne olur?" diye. cevap: ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar.